Bölüm 28

4.2K 180 23
                                    

Keyifli okumalar dilerim, bol bol yorum bekliyorum. Bu bölüm uzun bölüm sevenlere gelsin. Hepiniz iyi ki varsınız, yorumlarınız ve desteğiniz için çok teşekkür ederim.

Thirteen Senses - Into The Fire

Ruh bedenden ayrılmadıkça insanlara ölü denmez; oysa o kadar çok yaşayan ölü var ki.

Onlardan biri de benim. Masumum, dedim Hilmi'ye, en büyük korkumdan kurtulmak için. Ben masum değilim. Masum; saf demek, günahsız demektir, uyuşturucunun kollarında güvenle uyumuş birine saf denebilir mi? Küçük çocuklara kullanılan kelimeyi benim için kullanmak o kelimeyi katletmez mi?

Hiç çocuk olmadığımı düşünürdüm. Belki çocuk gibi davranmama izin veren bir annem olmadığından, belki de yaşadıklarımın izin vermemesinden aniden büyümüştüm. İnsanlığımın verdiği bencilliktendir, bir tek de kendimin böyle olduğuna inanmıştım.

Oysa yalnız değildim. Sokaklarda bacak kadar boyuyla simit satan, elinde kitaplar olması gerekirken ayakkabı boyayan bir sürü çocuk benimleydi. Daha acısı, gülümsemenin en çok yakışacağı suratlara hüznü tattıran devlet adamlarının; daha çok para, daha fazla mal uğruna ailesini gözünün önünde öldürerek, mutluluktan gülmesi gereken çocuğa kanlı bir gülüş armağan etmesiydi. Ben savaş çocuklarının acısının yanından bile geçemezdim. Ben kötü kaderim için ağlardım, onlar yanlarında can veren aileleri için.

Hiç savaş görmemiş bir çocuğa savaşı anlatsan oyun sanır, tıpkı savaş çocuklarına gerçek yaşamın mutluluğunu anlattığında hayal sanması gibi.

Herkese ölmek nasip olur, ama herkese benimki kadar güzel bir Azrail nasip olmaz. Buğra'nın yüzüne çelik gibi kırılmaz bir ifade sahipti. O acımasızdı. Ben korkaktım. Evet, korkaktım ama artık bu konuda korkak değildim ve Buğra bu konuda bihaber halde tutuyordu elindeki ölüm makinesini, sıkıca.

''Vur,'' dedim yüzüne boş boş bakarak. Şu an en son yapacağım şey ölmemek için yalvarmak olurdu. Zaten alnımdan damla damla akan ter, vücudumun zehrini istemeye başladığını gösteriyordu. Her an krize girebilirdim. ''Ne sanıyorsun? Silahtan korkup çekileceğimi mi?''

Sakalları hafifçe uzamıştı. Kaşlarının arasında dik bir çizgi oluşmuştu. Kaşlarını sıkıca çattığını görebiliyordum. Bu durumda olmasak gülebilirdim bu duruma, öyle inatçıydı ki kaşlarının ortasında duran çizgi bunun gözle görülür ispatıydı. Odada beş kişiydik ama sanki sadece ikimizmişiz gibi bakıyordu gözlerime. Onun sevmediği bir adamı koruyarak onu öfkelendirmiştim, oysa onun için yapmıştım bunu da. Ne kadar kötü olsa bile, bir canlının kanını elinde hissetmek insanı mahvederdi. Saçlarına şekil vermek için uğraşacak biri değildi ama saçlarının kendiliğinden asi bir duruşu vardı. Simsiyahtı saçları tıpkı gözleri gibi. Saçları ipek gibi duruyordu, insanın kafasını kucağına yatırıp okşayası geliyordu ama bunu Buğra'ya yapabileceğini düşünmek bile oldukça sarhoş bir hayaldi.

''Aptalsın sen,'' diye aşağıladı beni. ''Benim gibi birinin silahının önüne atlayacak kadar aptalsın.''

''Aptalım,'' diye onayladım. ''Seni senden korumaya çalışıyorum. Ne var biliyor musun?'' Silaha doğru bir adım daha attım. ''Vur beni,'' kaşları iyice çatıldı. ''Ölümden falan korkmuyorum ben.''

''Öyle mi?'' diye meydan okudu. Bana bir adım daha attığında namlu alnıma dayanmıştı. Artık ölümü somut olarak hissedebiliyordum. Hissetmesem de Buğra'nın gözlerindeki o siyah zırh bunu bana hissettiriyordu. ''Ölüm hiç yakanda olmadığı için ölümden korkmuyorsun.''

''Ben zaten bir ölüyüm,'' diye tısladım. ''Yaşadığımı mı sanıyorsun?'' elimle çevremi gösterdim. ''Bu mu yaşamak?''

Yüzündeki çelik gibi ifadeyi bozmuyordu ama gözlerindeki zırh azcıkta olsa aralanmıştı. ''İşini kolaylaştıracağım o zaman,'' dedi omuzlarını dikleştirerek.

YOSMAWhere stories live. Discover now