9- Gerçeklerin Savaşı

315 176 408
                                    

96 GÜN ÖNCE

Hayatım boyunca asla kaçamadığım iki duygu vardı zihnimde yer eden.

Aitlik ve yalnızlık hissi.

Yalnızlık hissiyle etrafa koyu bir karanlık hakim olur; insanın iliklerini donduran bir ayaz var, nefesinizin sıcaklığını bile hissetmiyorsunuz. Çölün en soğuk gecesi ve etrafınızda kum tanelerinden başka hiçbir şey yok.

Yada evinizi düşleyin. Hemen yanınızda duran pencerenin arasından sızan rüzgar esintisi dışında yapayalnızsınız. Aslında pencereyi biraz aralasanız belki de kendinizi daha özgür hissedeceksiniz, doğanın sesiyle yalnız olmadığınızı kendinize kanıtlayacaksınız.

Lakin yalnızlık perdeleri çeker ve ruhunuzu kendisine hapseder.

İnsanın iliklerine öyle ince ince işler ki kendisini, ruhsal bir yorgunluk hakim olur bedeninize. Karanlığı kendinize yuva yaparsınız, sessizliği ise terapi. Pencerenin arasından sızan rüzgar bile bu kez sizi kendinize getiremez, irkilirsiniz belki fakat pencereyi açmak ve içinizi soğutmak aklınıza gelmez.

Hoş, gelse de artık bunu yapabilecek gücü kendinizde bulamazsınız.

Derin bir nefes aldım. ''Neden hiçbir şey yapmıyorsun?'' sorusuyla titreyen dudaklarım aralandı fakat verecek bir cevabım yoktu. ''Benim intikamımı sen almayacak mıydın?'' ince sesi gözlerimin dolmasına neden olurken başımı yukarı kaldırdım. Ağlamayacaktım. ''Hesaba katmadığım şeyler oldu,'' zar zor dilimden dökülen bu sözlerle güldü. ''Artık yalnız olmaman gibi,'' hüzünlü sesiyle gözlerimi kırpıştırdım.

Haklıydı, yalnızlığımdan kurtulmak üzereydim. ''Ama ben ne olacağım?'' buruk sesi nefesimi keserken yerimde biraz kıpırdandım. ''Benim yalnızlığım ne olacak?'' şaşkınlıkla başımı iki yana salladım. ''Senden vazgeçmedim Azra, nasıl vazgeçebilirim ki?'' beklediğimden daha da acınası çıkan sesimle yüzümü avuçlarımın arasına aldım.

''Vazgeçersin,'' dedi sakince. ''Onun oğluna aşık olduğunda benden vazgeçeceksin,'' gerektiğinden daha sakin konuştuğunda ellerimi yüzümden çekmedim. ''Onun oğluna kendini teslim ettiğinde benden vazgeçeceksin,'' titreyen bedenimi durdurmaya çalışırken başımı kaldırdım. ''Hayır,'' işte bu kadardı. Tek bir cümle, hiçbir açıklama olmadan. İnkar dolu ama sahte bir inkar.

Odanın kapısı iki kez tıklatıldı, hızlı bir şekilde telefonumu cebime koyarak yanaklarımdan süzülen yaşları sildim. ''Gel,'' dedim sakince. Kapı açıldığında Mira başını uzattı. ''Defalarca sana seslendim, ne yapıyorsun?'' kapıyı arkasından geri kapatarak yanıma ilerledi. ''Ağladın mı sen?'' şaşkınlıkla sorduğu soruya kendisi bile inanmazken gülümsedim. ''Gidiyor muyuz?'' diye sordum yalnızca. Başını salladığında yatağımın üstünde ki tabancayı belime yerleştirdim.

''E hadi,'' duruşumu dikleştirerek odadan ayrıldığımda Mira da peşimden ilerliyordu. Asansörü beklemeyerek merdivenlere yöneldim. Dikkatli ama hızlı adımlarla salona ulaştığımda oturanlara kısa bir göz gezdirdim.

Uluç ve Batu, önlerinde ki bilgisayardan bir şeylere bakıyordu. Cengiz tekli koltukta oturuyor, elinde ki gazeteyle ilgileniyordu. Derin ve Erdal abi koyu bir sohbet içindeyken bizi ilk fark eden Ediz olmuştu. Gözlerimiz buluştuğunda başını yana yatırdı.

Ediz Akbulut bu kez daha farklıydı. Saçlarını ellememişti, gözünün üstüne düşen o iki tutam onu yine rahatsız etmiyordu. Jole vardı ama amacının şekil vermek olmadığı oldukça belliydi. Üzerinde siyah dar bir gömlek vardı, gerdanında ki iki düğmesi de açıktı. Altına giydiği düz inen siyah kumaş pantolonu onu mükemmel kılıyordu.

Kırmızı Örümcek ZambaklarıWhere stories live. Discover now