17-Huzurun Zinciri

206 71 79
                                    

90 GÜN ÖNCE

Bu bahçeyi her ayrıntısıyla ezberlemeye çalışıyordum. Her yeri milim milim hesaplıyor, koluma geçirdiğim tırnaklarım bir şifre gibi milimetreleri bedenime kazıyordu.

Bahçenin sol tarafında kalın halattan yapılma bir salıncak duruyordu. Bu salıncağı hatıralarımdan hatırlıyordum.

Salıncağın hemen arka tarafında büyük bir kamelya bulunuyordu. Eski rengi açık bir pudra rengi olsa da, bu kamelyayı da hatırlıyordum.

Evin arka tarafında, kamelyadan yaklaşık 130 metre uzaklıkta küçük bir sera bahçesi vardı. Önceleri daha farklı bitkiler yetiştiriliyor olsa da, orası da hala aynıydı.

Evin birkaç odası kullanıma kapatılmıştı, gözükmemesi adına kapıları gizlemiş ve üstünde beton dökmüşlerdi ama hala hangi kapı nerede hatırlıyordum. Hatıralarımda en net hatırladığım yerdi belki de o kapılar.

Oldukça değişmiş olsa da kendi benliğinden bir şey kaybetmemişti. Hala eski sahibinin ruhunu taşıyordu bu ev.

Derin bir nefes aldım. Tırnaklarımı kolumdan yavaş bir şekilde ayırdım ve kolumdaki çizgilere bakındım. Almaya çalıştığım kroki, kolumda birkaç sayıyı yan yana dizmişti. Gülümseyerek bakışlarımı tekrardan halattan olan salıncağa çevirdim.

Bu eve geldiğim ilk günkü gibi, salıncak sanki düşlerimle hareket etmeye başladı ve küçük bir kız çocuğu belirdi. Saçları salıncağın yönüne doğru uçuşuyor, yüzünde minik bir gülümsemeyle evin bahçesine bakıyordu.

Arkamda duyduğum birkaç çıtırtıyla tüm silüetler gözümün önünden bir sis gibi dağıldığında başımı omzumun üstünden arka tarafıma çevirdim. Edizle gözlerimiz buluştuğunda dudaklarımda buruk bir tebessüm belirdi.

''Hoş geldin,'' dedim sessizce. Adımlarını tam yanımda durdurduktan sonra, dikkatle baktığım bahçeyi kısa bir şekilde süzdü. ''Ne yapıyorsun burada?'' diye sordu. Omuzlarımı silkerek bakışlarımı önümdeki salıncağa çevirdim. ''Seni bekliyordum,'' dediğimde hareket eden omzundan güldüğünü anladım. ''Yanımdan kalkmadan da beni bekleyebilirdin,'' diye mırıldandı.

Her ne kadar Ediz'in yanında kalmak kendimi iyi hissettirse de bir boşluğa düşmüş gibi hissediyordum uyandığımda. Yanımdaki insan bana ne kadar tanıdıksa, bir o kadar yabancıydı o an içinde.

Gözlerimi gözlerine çevirdim tekrardan. Yeni uyanmıştı, saçları bu kez o kadar dağınıktı ki dudaklarımdaki gülümsemeye engel olamıyordum. Yüz kasları her ne kadar serbest duruyor olsa da belirgin kemikleri onu bu haliyle bile sert biri yapıyordu.

Bakışlarımı hissederek gözlerini bana doğrulttu. Gözlerinde anlamsız ama hoş bir duygu belirdiğinde kollarımı usulca boynuna doladım. Ani hareketimle kasılan vücudu, ellerini belime yerleştirmesiyle rahatlamıştı.

Saçlarımın kokusunu çekebildiği kadar içine çekiyor, nefesini verirken aldığı kokuyu kaybetmekten korkuyor gibi kesik kesik veriyordu.

Ediz Akbulut'u seviyordum.

Ediz Akbulut'un kollarının arasında olmayı daha da çok seviyordum.

Gerginlikle yutkundum. Bu duygularımı kendime itiraf ettiğimde bir nebze olsun rahatlarım diye düşünsem de, işler daha da karışmıştı. Ediz Akbulut'a aşık olmam en başından beri yasaktı.

Ben ise bu yasağı zevkle çiğnemiştim. Bu yasağın çiğnenmesiyle yaşayacağım işkenceleri düşünmek beni boğuyordu.

Ciğerlerime dolan kokusu dudaklarımı titretirken bir adım geri çekildim. ''Son zamanlarda pek bir yakınız Ediz Akbulut,'' dedim kollarımı boynundan çekmeyerek. Ediz'in dudaklarına muzip bir gülümseme hakim olurken yüzünü tekrar yüzüme yaklaştırdı. ''Bu titremelerin rahatsızlıktan mı, yakınlıktan mı peki Eylül Nora?'' diye fısıldadı. Yüzümdeki gülümseme biraz daha genişlediğinde başımı salladım. ''Kahvaltı hazırdır,'' dedim yalnızca.

Kırmızı Örümcek ZambaklarıUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum