15- Topraktan Ayrılan Ruh

223 76 87
                                    

92 GÜN ÖNCE

Beynimde hissettiğim uyuşukluk mu daha az hasar veriyordu düşüncelerime, kalbimde hissettiğim uyuşukluk mu bir süredir karar veremiyordum.

Titreyen bedenimin dahi uyuştuğunu hissediyordum, kasılan vücudum hareket etmemi engelliyordu.

Belki de şu an için hareket edemiyor oluşum en doğru hareketti.

Odanın içerisine hapsolan sigara dumanlarını, ciğerlerime kadar doldururken boğazımdaki yumruyu silmeye çalıştım.

Yaklaşık üç gündür doğru dürüst bir uyku uyuyamamış, her geçen gün bataklıkta olma hissiyle daha çok yüzleşmiştim.

Ben Eylül Nora; pes etmenin eşiğindeydim.

Hayatını kararttığım insanları yarı yolda bırakmanın tam da eşiğinde duruyordum. Ya bir adım atacak ve eşiği geçerek yürümeye devam edecektim ya da önüme bakmadan tekrar ilerleyecek, eşiğe takılacak ve düşecektim.

Gözlerimi hemen yatağımın üstünde duran tabancada gezdirdim. Tüm akıl bulanıklığım bu tabancayla daha da çoğalırken aklımdan geçen düşünceleri takip dahi edemiyordum.

Annem.. Annem her daim tek başına olduğunu bana yansıtmamış, küçük yaşta babamın ölmesiyle bana daha da sarılmıştı. Pekala, onu bu bataklığa sürükleyen hiçbir zaman ben olmamıştım fakat karşı çıkan kişi de olmamıştım.

Burcu Parlak; çocukluğunda ve üniversite yıllarında her ne kadar sinir bozucu ve sert bir insan olarak anılmış olsa da durum öyle değildi. Burcu, hayatımda görüp görebileceğim en hayat dolu, en cıvıl cıvıl insan olabilirdi.

Azra'dan sonra.

Burcu'yu da bu bataklığa ben çekmiştim.

Poyraz Mertoğlu; hatıralarımda hep silik bir karakter olarak kalmıştı. Yaklaşık 21 yaşımdan önceki Poyraz'ı hatırlamıyordum. Aynı evde büyümüş, aynı okullara gitmiştik fakat birbirimizden daima uzak kalan iki insan olarak büyümüştük. Poyraz'ı bizim evimize getirdiği için günlerce babamı suçlamış, onu sevmediğimi her fırsatta herkese söylemiştim.

Poyraz'ın çekinilen ve uzak durulan bir insan olmasının sebeplerinden birisi elbette ki benim ona karşı ördüğüm duvarlarımdan kaynaklanıyordu fakat durum öyle değildi. Poyraz her daim yalnızdı. Poyraz kendisini yıllarca yalnızlığa hapsetmiş, ona uzatılan her eli geri çevirmişti.

Fakat Poyraz Mertoğlu; hayatımın dönüm noktasında bana elini uzatmıştı.

''Çek şunu gözümün önünden,'' diye mırıldandım bakışlarımı sehpadan kaçırarak. Poyraz kaşlarını çattı. ''Görmeye alışsan iyi olur,'' omuzlarını silktiğinde gözlerimi gözlerine çevirdim. ''Bazen annemi kandırdığını ve beni öldürmeye çalıştığını düşünüyorum,'' itirafımla küçük bir kahkaha attı. Yavaş bir şekilde sehpanın üzerindeki tabancayı alarak elinde salladı.

''O halde tam sırası değil mi?'' sorusuyla yüzümdeki alaylı gülümseme donuklaştığında başımı iki yana salladım. Bu adam gerçekten de ruh hastasıydı. ''Ben o elindeki şeyi tutmam da kullanmam da.'' beklediğimden daha sert çıkan sesim beni de şaşırttığı gibi Poyraz'ı da şaşırtmıştı.

''O halde ölmeye mahkumsun.'' ses tonundaki umursamazlıkla alayla gülümsedim. ''Silah taşıyınca ölmeyeceğini falan mı sanıyorsun, havalı çocuk?'' diye sordum dizlerimin üstüne biraz daha eğilirken. Poyraz gülümseyerek yan tarafımdaki ağaca bir ateş attı. Çığlığım kurşunun sesiyle çatışırken tüm gücümle kendimi geriye attım.

Kırmızı Örümcek ZambaklarıWhere stories live. Discover now