Bölüm 7

1.6K 12 5
                                    

Neyse sonunda sakinleşmişti üvey babam. Ben otururken cep telefonundan Kahya Erol'u aradı, "Bize çay servisi yapın" dedi. Sonra gülümsemeye çalışarak bana döndü ve "Nasıl alışabildin mi?" diye hatırımı sordu. Gülümsemesinin zorlama olduğu belliydi. Hala sinirli olabilirdi. Kendimi kollayarak cevap verdim.

Bir şeyler geveleyip teşekkür ettim. Kredi kartımın yarın bankadan gelmiş olacağını Kahya'nın bana vereceğini söyledi. Ayrıca nakit paraya ihtiyacım olursa da yine Kahyadan isteyebilirmişim. Bir yere gideceksem de başkalarına muhtaç olmama gerek yokmuş, dün de söylediği gibi şoför hemen bir araç ayarlarmış. Ehliyet konusunu da düşünmeliymişim. O zaman kendi aracım olurmuş.

Acaba bana attığı tokatlara pişman mı olmuştu? Bu kadar laf, bu kadar vaat fazlaydı bu adama.

Ela çay servisini yaptıktan sonra nihayet dilinin altındaki baklayı çıkardı. Kaya'yla Bülent'in anneleri Nurdan çoktandır evden uzaktaymış. ABD'de önemli bir görevdeymiş ve Türkiye'ye pek gelemiyormuş. Galiba, ayrıldık demenin diplomatik yolu buydu. Kadın benim aksi üvey babamı terk etmiş ama çocukları ona bırakmıştı. Kaya kendini kurtarırmış ama yaşı büyüse de Bülent hala çocukmuş ve annesini çok özlüyormuş. Bu özleme bir de ergenlik sorunları katılınca onda bazı ruhsal sorunlar da yaratmış. Depresif halleri varmış ve söylemeye utanıyormuş ama kompülsif mastürbasyon hastalığından mustaripmiş.

Mastürbasyon kısmını biraz çakozlamıştım ama kompülsif ne demekti, anlamamıştım. Karmaşık gibi bir şey miydi acaba? Fırsat bulunca internetten ararım deyip sözcüğü belleğime kaydetmiş, bakalım bizim babalığın ağzındaki bakla neymiş, diye dinlemeye devam etmiştim.

Bülent'in anaç bir sevgiye ihtiyacı varmış. Özellikle geceleri yalnız bırakılmaması gerekiyormuş. Evde kendini yalnız hissederse depresyonu iyice artıyor, kötü alışkanlığını iyice abartıyormuş. Normalde imdadına Ela yetişiyormuş ama bir çalışanın çocukla bu kadar içli dışlı olması hoşuna gitmiyormuş. Benim üniversiteye girdiğimi, hele burslu olarak iyi bir yeri kazandığımı haber alınca "Şah, hem Bülent'e ablalık yapar hem de bizde kalır rahat eder" diye düşünmüş.

Benim üniversiteyi kazandığımı hiç görmediğim üvey babama kim haber verdi diye takılmadım. Çünkü iki zanlı vardı. Ninem ve dedem. Hangisinin haber verdiği önemli değildi. Suç ortağıydılar.

Onların yuvasını nasılsa yapar, hesap sorardım, şimdi konuya yoğunlaşmam gerekiyordu. Zira başıma bir iş açılacak, önemli bir sorumluluk verilecek gibi görünüyordu. yoksa babalık uzun uzun izahlar yapacak bir adam değildi.

Bu endişemi sezmiş olmalı ki olayı küçültmeye başlamıştı. "Senden çok şey istemiyorum. Ablalık yap yeter. Dün birlikte güzel vakit geçirmişsiniz." Basketbol oynadığımızı biri ispiyonlamıştı demek. Ev casuslarla doluydu. İlk zanlı da Ela olmalıydı. Her olayda bir suçlu çıkıyordu ortaya. Kendimi dedektif gibi hissetmeye başlamıştım.

"Bir de akşamları Bülent'i yalnız bırakmamaya gayret et. Hep başında dur demiyorum ama sana bağımlı bir kardeşin olduğunu bilerek hareket et. Gece çıkacaksan giderken vedalaş örneğin. Evdeysen yatma saatinde onunla ol. Uyuyana kadar yanına uzan, biraz şefkat göster falan. Yani çok şey istemiyorum."

Bu adamda komutan ruhu vardı. Benimle işi bitmiş olmalı ki çayımı bitirip bitirmediğime aldırmadan "Şimdi gidebilirsin!" demiş gözlerini hemen yok ol der gibi bana dikmişti.

Öğleden sonra sakin geçmişti. Hayırsız sevdiğim Oğulcan nihayet aramış, uzun uzun olmasa da biraz konuşmuştuk. Dün geceden, dışarı çıkıp eğlendiğimizden söz etmemiştim, kıllandırmaya gerek yoktu ama babalığımın hediyesi olan telefondan söz etmiştim. O da görüntülü bağlanabileceği bir telefon bulmaya söz vermişti. Aramızda yüzlerce kilometre olsa da telefonlar sayesinde birbirimizi görebilirdik. Okul için İstanbul'a giderken de Ankara'ya uğramaya, beni görmeye söz vermişti.

ÖğrenciWhere stories live. Discover now