Bölüm 9

1.3K 10 0
                                    

Babacık'ın işyeri Ankara'nın en merkezi yerinde, meclise bakan geniş bulvardaydı. Şoför beni binanın önünde bırakmış, arabanın kapısın açan görevli bana yol göstermişti. Bir anda kendimi çok önemli hissetmiştim.

Gözümü karartıp her şeyi Babacık'a anlatmak, gerekirse bağırıp çağırmak ve isteğimi kabul ettiremezsem memleketime dönmek kararlılığım gördüğüm şeylerin etkisiyle gittikçe zayıflıyordu.

Zaten her şey benim için çok yeni ve etkileyiciydi. Köyden şehre inmiş bir Kezban olarak ne görsem şaşırıyordum. Tek ölçütüm TV dizileriydi. Hızlı bir asansörle çıktığımız en üst kattaki Babacık'ın ofisi de o dizilerdeki işyerlerini de aratmayacak büyüklük ve güzellikteydi. bir sürü insan çalışıyordu. Ne iş yaptıklarını anlamamıştım ama oldukça yoğun görünüyorlardı.

Başak Abla asansörün kapısında beni karşıladığında "Babacık Bülent'i uyarmalı! Yoksa bu iş yürümez" fikrine kadar gerilemiştim. Babacık beni teskin edecek bir kaç güzel söz etse yelkenlerimi iyice suya indireceğim kesindi. Bu hayatı bırakıp memlekete dönemezdim. Üstelik benim hedeflerim vardı. Üniversiteyi bitirecek, iyi bir iş kadını olacaktım. Daha ilk zorlukta pes edemezdim.

Her kararımda ikircikliydim. Başak Abla'nın bürosunda onun işinin bitmesini bekleyip sütlü kahvemi yudumlarken kendimle tartışıyorum, "Ama bu çocuk hep böyle yapacaksa dayanamam. Bir çözüm bulmam gerek!" diyerek hemen pes etmeme karşı çıkıyordum. O an Babacık'la görüşebilsem bu ruh halim daha ağır basar, ağlaya zırlaya da olsa Bülent'le yaşadıklarımızı anlatırdım. Ama Babacık çok meşguldü ve misafirleri vardı. Bu nedenle de beni görecek hali yoktu.

Neyse ki Başak Abla'nın benimle çıkmasına, alış verişe gitmemize izin vermiş. Başak Abla yerini ince ve aşırı uzun bir kız olan ve neredeyse beline kadar inen uzun kahverengi saçları ve kısacık kalem eteğinin altında sütun gibi bacakları ile dikkati çeken yardımcısına bıraktı. Kızdaki bacaklar benim boyum kadardı, kıskanmıştım doğrusu.

Bulvardan aşağı doğru yürüyüp sıra sıra mağazaların büyüsüne kapılınca dertlerimi iyice unutmuştum.

Oldum olası alışverişe bayılırım. Bizim kasabanınki gibi kısa bir caddeden ve üç - dört dükkandan ibaret bir çarşıda saatlerimi geçirebildiğime göre bu upuzun bulvarın iki yanını kaplayan muhteşem mağazalarda giysilere bakarak yıllarım geçerdi herhalde.

Tam bana uygun, genç kız giyimi satan dev bir mağazaya girmiştik. Reklamlardan bildiğim dünyaca ünlü bir mağaza zincirinin şubesiydi. Başak Abla, "Ne istersen, neye ihtiyacın varsa alabilirsin. Burada her şey vardır. Giysilerin fiyatlarına bakma, hangisini beğendiysen al" demişti ama başkasının parasını harcamak kolay değildi. Hele bu kişi Babacık gibi neye kızacağı belli olmayan biriyse.

Başak Abla, zeki bir kadındı, çekingenliğimi iki dakikada tespit etmiş hemen işe el koymuştu. O kadar hızlı ve çok şey satın almıştı ki bu kez de dehşete düşmüştüm. Baharlık, kışlık giysiler, şortlar, etekler, kabanlar, montlar, bikiniler, iç çamaşırları ve çoraplar... Sonra yüz metre kadar yürüyüp muhteşem bir ayakkabıcıya gitmiştik. Oradan da gündelik ayakkabılar, abiye altına giymek için stilettolar, bot, çizme ve spor ayakkabıları almıştık. Sanki piyangodan para çıkmıştı da hepsi o gün içinde harcanması gerekiyormuş gibi şuursuzca alışveriş ediyorduk. Neyse ki aldıklarımızı taşımak gibi bir zorunluluğumuz yoktu. Ne aldıysak Babacık'ın bürosuna yollanacaktı.

Ayakkabıcıdan sonra abiyeciye gittik. Gelin olacak olsam bile gözümü karartıp buraya giremezdim. O kadar lüks ve havalı bir mağazaydı.

Üç giysi seçtik. Koyu pembe, boyundan bağlı, omuzları açık bırakan, dizüstü, pileli etekli bir giysi. Derin V yaka, üst kısmı işlemeli, uzun etekli siyah bir elbise. Gece mavisi, üstü straplez, altı kısa şorttan oluşan yazlık bir abiye.

ÖğrenciWhere stories live. Discover now