Bölüm 13

1.2K 9 0
                                    

Kahvemden ikinci yudumu almıştım ki güzel barista karşımdaydı. Geçen seferki gibi yüzünde güller açıyordu. Bu kızın varlığı bile beni rahatlatıyordu. Her görüşümde de gözüme daha güzel görüyordu. Yine üzerinde ilk gördüğümdeki giysiler vardı. Önlüğün altında siyah bir tişört, buz mavisi vücuda yapışan aynı dar kot kalçalarının ve bacaklarının güzelliğini yine gizlemiyor, aksine arkadan bakınca tamamen gözler önüne seriyordu. İnce belini, güzel kıvrımlar yapan hafif kalkık kalçalarını, bir tay gibi ayak bileklerine doğru daralan bacaklarını bir anda süzmüş, içim sevgiyle dolmuştum.

Bu kez ayağına ince bantlı sandaletler giymişti ve çıplak, koyu esmer ayakları tahmin ettiğim gibi yumuk yumuktu. Ayak tırnaklarını uzun süre önce boyamış olmalıydı, oje biraz dökülmüştü. İçimden ayaklarını tutup güzelce ojelemek geçmişti bir an. Böyle falsolara dayanamazdım, hele sevdiğim birinde hiç dayanamazdım.

Dost başa düşman ayağa bakar derler, hemen bakışlarımı güzel yüzüne yöneltmiştim. Makyaj yapmayı pek bilmiyor olmalıydı. Kara gözlerinin sürmesi, kirpiklerinin rimeli aceleye gelmiş gibiydi. Dudaklarını ise esmerliğiyle uyumlu hoş bir koyu kırmızıya ustaca boyamış ve gözlerindeki acemiliği telafi etmişti. Burnuma gelen çilek kokusunun rujundan kaynaklandığını düşündüm. Daha derinde de ucuz bir limon kolonyasının kokusu hissediliyordu. Sanki kasabadaki bizim bakkalın açık kolonyasından sürünmüş gibiydi ve kendime çok yakın hissetmiştim bir anda.

"Çoktandır yoktunuz!" dedi başucumda ayakta durup. Otursana der gibi yanımdaki sandalyeyi işaret ettim. Başıyla olmaz diye karşılık verdi. "Müşterilerle samimiyet kurmamız yasak! Hele birlikte oturmamız hiç mümkün değil."

"Ama biz arkadaşız!"

Bu lafım hoşuna gitmiş, gülümsemesi yüzüne iyice yayılmış, gözleri sevecenlikle parlamıştı. "Olmadık ama olabiliriz. Gerçi, henüz isimlerimizi bile bilmiyoruz."

Sanki bu benim suçummuş gibi kızardığımı hissettim.

"Şahsenem! Kısaca Senem diyebilirsin."

"Ben de Gülendam. Kısaca Endam derler beni kızdırmak için, ama sen Gül dersen iyi olur.."

Karşılıklı gülüştük. Ne dost canlısı kızdı. Ama bir satır bile laf edemeden içeriden seslendiler "Endam! Vandam! Ha, ha, ha!" diyerek. Demek ki kendisine Endam denmesine bu nedenle kızıyordu. Vandam diye eski bir aktör vardı, kavgalı filmlerde oynardı sanırım.

Gül işinin başına dönünce ben de geçen sefer yaptığım gibi geleni geçeni izlemeye, bir kaç gün sonra okul açıldığında burada nasıl bir yaşamım olacak diye düşünmeye başlamıştım. Dilara henüz ortada yoktu. Daha burada ne kadar oturmam gerektiğini bilmiyordum. Bir kahve daha içmem gerekir miydi, onu da bilmiyordum. Buranını bardakları pek büyüktü, içim bir koca fincan daha kahveyi kaldırır mıydı, onu da bilmiyordum. Düşününce bile tedirgin olmuştum.

Sanki benim bu tedirginliğimi fark etmiş gibi Gülendam bitivermişti yanımda. Elinde bir tepsi, tepside iki bardak bol buzlu meyveli bir içecek vardı.

Sigara molası almış. Birlikte oturamazmışız ama içeceklerimizi alıp dışarıda bir yerde durabilirmişiz. Dilara'yı beklediğimi anımsamış, onun her an gelebileceği düşüncesiyle gelişini görürüm diye karşı kaldırımdaki çam ağacının altını işaret etmiştim.

Gülendam, sanki kırk yıllık dostmuşuz da uzunca bir aradan sonra tekrar buluşmuşuz gibi içtenlikle kendinden söz etmişti. Çok çocuklu bir ailenin en küçüğüymüş. Altı kardeşten üçü evlenmiş, üç kız evdelermiş. Bir ablasının da yakında evleneceğini umuyormuş. O çok küçükken babası bir gün annesiyle kavga ettikten sonra kapıyı çarpıp çıkmış, Galiba sorun erkek çocuk olmamasıymış, adam illa erkek diye kafaya takmış. Gitmiş ve bir daha da gelmemiş. Eve annesi ve ablaları bakmış uzun yıllar. Şimdi de kendisinin çalışması gerekiyormuş. O nedenle ortaokulu bitirince okuldan ayrılmış. Zaten okulu da pek sevmezmiş.

ÖğrenciHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin