Bölüm 20

960 6 0
                                    

Haluk da, Diloşlarla aynı mahallede oturuyordu. Evi de pek farklı değildi. Nohut oda bakla sofa denilenlerden... 12. katta bir oda ve bir saloncuk. Bunda üstelik mutfak da salona dahildi. Yani daha küçük bir daireydi.

Evdeki eşya da Diloşlardakilerin benzeriydi. Salonda İkea malı yatılabilen bir kanepe, iki tekli koltuk, dev ekran televizyon, bir duvarın tamamını kaplayan bol kitaplı çok düzgün, sanki ellenmemiş bir kitaplık vardı. Yatak odasındaysa bir tek kişilik yatak ve giysi dolabından başka bir şey yoktu.. Diloşlara göre çok daha düzgün ve düzenliydi ev. Yani Haluk'un arabasıyla tam tezat. Arabaya bakan çöp eve gireceğim sanırdı. Meğerse annesi her hafta geliyormuş Konya'dan. Temizlik yapıyor, buzdolabını yemeklerle dolduruyormuş.

Her şeyden tedirgin olurum, Haluk'un evinde kalacak olmamdan da tedirgin olmuştum. Dilara da güçlü kadınsı sezgileriyle bu halimi hissetmiş olmalı ki "Ben de bu gece burada kalırım. Merak etme" diye fısıldamıştı apartmana girerken. Üstelik benim yatak odasında yatmamı bile planlamıştı. Güzel bir öğleden sonra ve gece geçirmiştik hep birlikte.

Fiziksel olarak zıt tiplerdi ama kafaca çok uyuşuyorlardı. Haluk entel bir tipti, Dilara da ona uyum sağlamıştı. Öyle konulardan konuşuyorlardı ki ağzım açık dinliyordum. Kara delikler, uzaydaki boşluklar, evrim teorisi falan derken saatler geçmişti sohbet ederek.

Bir ara Dilara'nın ikizi Osman da gelmişti. Galiba bu çocuk bana yanıktı ya da ilgisi gittikçe artıyordu. Bakışları hep üstümdeydi ve her fırsatta benimle özel muhabbet açmaya çalışıyordu. Bakışlarının giysilerimi delip beni çırılçıplak soyduğunu hissedip rahatsız olmuştum. Bu kadar da dik ve talepkâr bakılmazdı ki!

Dilara ile Haluk kafaca uyumlu bir çift olmalarının yanında sanki evli gibi de bir ilişkileri vardı. İdeal bir evli çift gibi güzel bir işbölümü vardı aralarında. Örneğin yemekleri Haluk yapmış masayı Dilara kurmuş, bulaşığı da ben yıkamıştım. Nerde olsam bulaşık yıkarım zaten. Kimse hoşlanmaz bulaşıktan oysa ben bayılırım. Zaten elimden de başka iş gelmez.

Haluk iyi bir aşçıydı ve öyle uydurma öğrenci yemekleri de yapmıyordu. Biz televizyonda dizi izler, sohbet ederken üç çeşit yemek yapıvermişti. Tas kebabı, pilav ve zeytinyağlı fasulye. Et yemezse doymamış gibi hissedermiş, oysa Dilara da et yemeği sevmezmiş. Bense ne bulsam yerdim. yeter ki lezzetli olsun. Haluk da çok lezzetli pişirmişti her şeyi. Mümkün olursa bir lokanta ya da otelde aşçılık yapmak istiyormuş. O da okuduğu bölümü sevmeyenlerdendi.

O kadar meraksızdım ki hangi bölümde okuduğunu sormamıştım. Hatta, belki de söylemişti de aklımda kalmamıştı. Neyse, ne okuduğunu bilmiyordum. Dilara da sevgilisinin aşçı olmasını destekliyordu. Haluk'un sadece ailesini ikna etmesi gerekiyordu. Çünkü oğulları iyi bi okulda okusun diye çok fedakarlık yapmışlar. "Yurtta ders çalışamıyorum" dediği için bu daireyi bile satın almışlar. Oysa amacı sevgilisiyle başbaşa kalabilmekmiş.

Bu son sözler bana bir mesaj gibiydi. Yemekten sonra iki çay içip, "Çok yorgunum" bahanesiyle odaya çekilmiştim. Tabii erken saatte gözümü uyku tutmamıştı. Zaten kulağım da salonda, Dilara ve Haluk'tan gelecek seslerdeydi. Benim hakkımda bir şeyler konuşacaklar mı diye merak ediyordum. Sonuçta burada misafirdim ve Dilara'nın sayesinde Haluk'un odasında yatıyordum. Yüzüme gülüyor, dostane davranıyordu ama rahatsız olmuş olabilirdi. Bize böyle bir misafir gelse rahatsız olacağım kesindi. Üstelik ev minicikti.

Zaten ev o kadar dandik yapılmış, duvarlar öyle inceydi ki pek çaba göstermeden, yattığım yerden, salonda ne yapılsa duymam mümkündü.

Ateşle barut bir araya geldiğinde ne olacağı da belliydi. Mucuk, mucuk...Üstelik Haluk ne yapsa yüksek sesle tarif ediyordu. Dilara "Kız içeride. Henüz uyumamıştır, duyacak, beni rezil etme" dese de adamı susturması mümkün olmamıştı. O da kısa bir süre sonra havaya girmiş, itiraz etmekten, uyarmaktan vaz geçip kendini zevke bırakmıştı.

ÖğrenciHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin