"Sen damarım."

12.9K 447 45
                                    


Uzun zamandır yazamıyordum. Biliyorsunuz ki bir sınavım var, beni mazur görmenizi isterim. Okul, staj, iş, güç derken yazmaya vakit bulamıyorum. Ayrıca uzun bir süredir elime de kalemi alamıyordum. Ne oldu bilmiyorum ama ne şiir yazabildim ne de romanlarımı. Bu bölümü de kim bilir kaç günde tamamlayabildim. Çok heyecanlı, meraklı okurlarım var. Bunun adına gerçekten çok sevindim. Ayrıca okuma oranı da gittikçe artmakta. Hepinize ayrı ayır teşekkür eder, sevgilerimi sunarım. Şimdi sizi daha fazla bekletmeden yeni bölümle baş başa bırakıyorum. Bölümü müzikle okumanızı tavsiye ederim. Medyada da Lerzan, Dilzar ve Ferman üçlüsü bulunmakta.

Kaybettiğin bir şeyi özlemek mi zordur yahut hiç senin olmayanı özlemek mi? Aşk dolu bakışları, bedeninde gezinecek yumuşak elleri imkansızda özlüyordu. Hiç sahip olmadıklarının belki de olamayacaklarının hasretiyle yanıp kavruluyordu. Hayallerinin enkazında kaybolan umutlarını aramaktan bitap düşmüştü. Sahip olamayacağı şeylerin hayallerinde arıyordu kendini. Mutluluğunu, mutluluğunu aldığı gözlerde arıyordu. Acı çekiyordu, adam. Bunu her defasında karısına, onu sevmeyen kadına göstermekten hiç utanmadı. Kimi zaman ağladı, gözyaşlarını gösterdi. Kimi zamanda içindeki tüm öfkeyi kustu ama bir türlü ona ulaşamadı. Onun olmayanı özlemek kaybettiğini özlemekten daha acı verir hale geldi. Onun gözü önünde karısının başka bir adama aşkla bakmasına dayanamıyordu. Bu iğrençliği sindiremiyordu adam. Koskoca bir yumru halinde boğazında takılı kalmıştı o iğrençlik. Biliyordu ki boğazına takılan o iğrenç yumruyu kendi elleriyle oluşturmuştu. Sindirebileceğini düşünmek yaptığı en büyük aptallıktı. Evet, karısı sevdiğinden vazgeçtiğini söylemişti. Ama dili söylerken gözleri ve yüreği şahitlik yapmaktan kaçmış kendilerine ayrı bir imparatorluk kurmuşlardı. Birini yıkmayı başarmıştı genç adam fakat ya imparatorluğu ne yapacaktı? Kendisi küçük bir beylik iken koskoca imparatorluğu nasıl yıkacaktı, o imparatorluğa nasıl yerleşecekti? 

En büyük sancılarla özlüyordu gözlerine değecek aşk dolu kahverengi gözleri. Hiç görmediklerini ölesiye özlüyordu genç adam ve öfkeleniyordu. Karısının komutana bakan kaçamak, ürkek bakışların gördükçe öfkeleniyordu. Gözleri önünde aldatılıyordu fakat lanet olası bir suçluluk duygusu yüzünden bir şey yapamıyordu. Gözlerini saatlerdir aynı sayfayı okuyan karısına çevirdi. Ona bakmadan bile kaşları çatıktı bu kadının. Kadının yüreğindeki öfkeyi sıyırıp nasıl yerleşmeyi düşünüyordu bu adam bu yüreğe? Kalın kalın duvarlar örülmüştü önüne. Ne görebiliyor ne de sesini duyurabiliyordu. Çıkmaz bir sokağa sapmış rotasını şaşırmıştı. Ona sevdasını işleyecekti, nefreti değil. Ona sevdayla gelen mutluluğu gösterecekti. İğrenç dokunuşların acısını değil. Kafasının altında duran yastığı eliyle düzeltip hafif yukarı doğrulttu. Karısına bakıp:

"Tıkanan benim kalp damarım değil sen damarım, Dilzar." dedi fısıltıya yakın ses tonuyla. Biliyordu ki karısı onu duyuyordu ve onu duymamazlıktan geleceğini de biliyordu. İçinde hala büyümekte olan nefreti de korkuyu da biliyordu. Kendi içinde tıkanan sevdasını da biliyordu genç adam. Bunların hiçbirini geriye saramayacağını da... Tahmin ettiği gibi karısı onu görmezlikten gelmeyip koyu kahverengi gözlerine onun solmakta olan mavi gözlerine dikti. Fakat hiçbir tepki vermeyip birkaç saniye sonra inatla elindeki kitabı okuyor gibi yapmaya geri döndü. Bu sefer bir diğer sayfayı geçmeyi düşünebilmişti. Lerzan ağa karısının bu vurdum duymaz hareketiyle öfkeyle yüzünü buruşturdu. İçini açtığı insanların onu umursamayan hareketlerine tahammül edemiyordu. Oysa onlara nasılda güvenerek, muhtaç duyarak, değerli kılarak döküyordu içini. Başkası olsa kırılır üzülürdü. Tamam, ama karısı olunca genç adam üzerine asit dökülüyormuşcasına eriyordu. Her zerresi buhar olup yok oluyordu. Kendini görünmez hissediyordu adam. Sadece karısının göz bebeklerine yansımayan bir varlık gibi. 

Hanım Ağa (TAMAMLANDI)Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu