"Özür dilerim..."

10.2K 394 36
                                    

Herkese merhaba arkadaşlar.
Biliyorsunuz ki uzun zamandır bölüm yayinlamiyordum fakat çoğu kez yazmayı denedim. Elime kalemi aldım ama bir türlü olmadı. Şimdi  gece demeden sizlere hemen bir bolum yazdım.
Gecikme icin ozur dilerim.
Herkese iyi okumalar. Umarım beğenirsiniz. Okur okumaz yorum atın canlarim 😉😙

Dilzar oturduğu koltukta gerilip uyuşan bedenini uyandırdı. Güneş bulunduğu yere dogru içeri sızarken o hala dünkü gecede kalmıştı. Annesine onu yeyip biterenleri söyleyip rahatlamıştı fakat bu kez yüreğini korku sarmıştı. Her ne kadar annesi hamile olabileceğini söylese de o bu ihtimali kendi aklı ve yüreğinden atmaya çalışıyordu. Evlendiği günden beri aklı o kadar meşguldü ki regl zamanlarını tamamen unutmuştu. Şu an kadın için çocuk demek cehennemine atılan odun demekti. Hamile olması kimse için iyi olmayacak bir ihtimaldi. Yüksek bir ihtimal...
Hem ona güvenmeyen kocası ne derdi buna? Düşündüğü şeye bakın! Tabi ki sevinecekti. Ne de olsa bir ağa çocuğu olacaktı. Dilzar'ın içinde bulunduğu cehennemi düşünen kimse yoktu ki. Varsa yoksa Lerzan ağa, Haşim aşireti. Doğuracağı çocuk bile aşiret içindi. Aşiretin geleceğine yarar sağlayacak bir kuklaydı. Her ne olursa olsun hamile olmamalıydı kadın. Cehennemine ortak olacak birini dünyaya getiremezdi. Kendisi bu ateşin içinde yanmaya razıydı fakat doğacak çocuğunun asla!
Kapı aniden açılınca içeri nefes nefese giren Zehra'ya baktı. Küçük elinde tuttuğu poşete gözü kayınca bir an kalbi sıkıştı. Bu gerçeği öğrenmeye yüreği dayanabilir miydi? Hayatı ona zindan eden adamın çocuğunu ya içinde taşıyorsa? O zaman ne olacaktı? O zaman içine düştüğü karanlıktan nasıl kurtulabilecekti? Gözleri elinde hayatının gidişatına yön verecek gerçeği taşıyan kardeşinin gözlerine kaydı. O da isterdi bir evladı, canından bir parçası olsun ama gelin görün ki istemediği bir adamın kollarında can çekişmekteydi. Ne ölmesine izin veriyordu ne de yaşamasına. Kadın düşüne düşüne can verecekti yakında.
Lerzan iş yerinde yarım kalan işlerini sonlandırıp kendini önceden ayarladığı gibi Mardin çarşısının kollarına attı. Yolda ona selam verenlere selam veriyor konuşmak isteyenlerle de ayaküstü konuşuyordu. Sevilen biri olmaktan her zaman mutluluk duymuştu. Babasının yolunda ilerliyor oluşunu hep ona bahşedilen sevgilerden anlıyordu. Sevgi; insan olabilmenin en büyük şartıdır derdi her zaman babası. Babasının bu sözünü benimseyerek yola çıkmıştı Lerzan. Her insanda -karısı gibi- bunu başaramaya biliyordu bazen. Başaramadıklarının da acısını en iyi şekilde hissediyordu zaten. Yanında ki yaşlı adama gülümseyerek veda edip yolunu sağında ki dükkana çevirdi. Onun içeri girdiğini gören çalışanların ve bir kaç müşterinin selamını alıp kasa tarafında oturan kilolu adamın yanına yürüdü. Onun gelişiyle oturuşunu düzelten adam:

"Buyur, ağam." Diyerek hemen söze girdi.

"Dediğimi hazırladın mı?" Kilolu adam eğilip masanın altından bir paket çıkararak Lerzan'a uzattı.
"Buyur, ağam. Istediğin gibi her şey. Eğer olmazsa getirin hemen ayarlarız."
"Eğer dediğim ölçülerde yapmışsan bir sorun olacağını sanmıyorum. Eline sağlık."
"Her zaman, ağam. Hanım ağamın neye ihtiyacı varsa gelsin hallederiz."
"Sağ ol. Hadi kolay gelsin sana."
"Sana da, ağam."
Lerzan ağa paketi sıkıca kavrayıp dükkandan içeride ki genç kızların heyecanlı bakışları eşliğiyle çıktı. Bekarken de bu bakışlar hep üzerindeydi ama o hiç bir zaman bu bakışlara karşılık veren taraftan olmamıştı. Eskiden olduğu gibi görmemezlikten gelip yoluna devam etti.

Bazen çekip gitmek geliyordu kadının içinden. Uçsuz bucaksız deryalara kulaç atmak... O kadar yorgun ve o kadar çaresiz ki nefes alıp vermekte bile aciz. Ayakları onu ne ileri götürebiliyor ne de geriye. Dört duvar üstüne üstüne geliyor sanki. Boğuluyor... Birazda ölüyor gibi. Alıp verdiği her nefeste bir şeyler kaybediyor. Duygularını, yaşama olan isteğini, çocukluğunu, masumluğunu. Her şeyini ama her şeyini kaybediyor gibi hissediyordu. Umutları bir sandala toplanmış ondan kaçıyordu. Öylece yıkık bir halde oturuyordu oturduğu yerde. Yanında kim vardı ne diyordu bilmiyordu. Duydukları birer uğultudan başka bir şey değildi. Gördüğü siluet her ne kadar arkadaşının silueti olsa da şuan ona birer yabancı gibiydi. Arkadaşları, hayatı, önceden tanıdık olan tüm o yüzler şimdi yolda yanından geçen yabancıdan farksızdı. Kendi düşünceleri arasında kendine bir intihar ipi hazırlamıştı. Biri gelip onu içinde kaybolduğu düşünceler arasında söküp çıkarmasa kendini öldürecekti. Yanında oturan genç arkadaşı Rojda ona hiç yardımcı olmuyordu bu konuda. Tam tersi olarak sanki onu intihara doğru itiyordu. Onu defalarca anlamaya çalıştı fakat anlayamıyordu. Sevdiği biriyle evlenmenin, ondan isteyerek bir çocuk sahibi olmanın nasıl bir duygu olduğunu hissedemiyordu. Hissedemedikce kahroluyordu kadın.
Bir an durup kendini mutlu bir evliliğin içersinde düşündü. Lerzan'ı sevdiğini, dokunuslarindan sevdasına şahitlik ettiğini, onlardan oluşan küçücük bedeni... Hayali bile tuhaf, hiç olmayacak bir şey gibi geliyordu. Avluda koşuşturan küçük bir beden olmalıydı belkide. Onun arkasindan kahkahalarla koşan bir adam ve bu tabloya terasta onları izleyerek eşlik eden bir kadın... Aslında o kadar uzak bir hayal değildi. Kadında bunun farkındaydı elbette ki! Ama nedense kabullenemiyordu. Kabullenemedigi şey belkide ona zorla dokunan adamın içinde sevdayi barındırıyor oluşuydu. Aşka kalbinde yer veren biri olarak başını aynı yastığa koyduğu adamın aşkına inanmıyordu.
Dilzar bu intihara meyil eden düşüncelerinden arkadaşının açtığı konuyla sıyrıldı.
"Lerzan ağa geceleri sana nasıl davranıyor, Dilzar? Ah, Ibrahim o kadar nazik ki böyle bir adama sahip olduğum için binlerce kez şükür ediyorum. Dokunduğu her yerim yanıyor sanki. Ilk günkü heyecanı yaşatmaya devam ediyor. O kadar kendimizden geçiyoruz ki sabahlar nasıl geliyor farkına varmıyoruz." Sertçe yutkundu kadın. Boğazında bir düğüm oluşurken tüm bedenini alev alıp kül oldu. Dolan gözleri beraber oldukları ilk geceye giderken dudaklarını aralayıp konuşmaya başladı.
"Benimde bedenim alev alıyor. Hatta bazen hiç sönmeyecek mi diye düşünüyorum."
"Sana da yumuşak davranıyor değil mi? Sevişirken aklın başından gidiyor. O tüy gibi yumusak olan dokunuslari içine kadar işliyor." O dokunuslari düşününce dudakları alaycı bir tebessüme yarenlik etti. Yumuşak mı ? Ah evet, o kadar yumusakti ki kadın kendinden geçmişti.
"Yumuşak sevişme nasıl oluyor, Rojda?"
"Canım, ışte böyle birbirinizi hissederek. Sevginizi araya alarak. Bunu en iyisi sen biliyorsun. Bana neden soruyorsun? Tüm Mardin sizin aşkınızı biliyor. Lerzan ağanın sana nasıl sevdalı olduğunu bilmeyen yok. Böyle büyük  bir aşkı araya katarak sevişen sizsiniz. Asıl benim sana sormam lazım." 
Lerzan duyduklariyla sırtını duvara yaslayip gözlerini sımsıkı yumdu. Açıpta görmek istemedi o acı dolu bakışlarda ki nefreti, hüznü. Karısının arkadaşı her ne kadar Dilzar'ın neler düşündüğünü bilmese de Lerzan en ince ayrıntısına kadar bildiği için karısının içindeki acıyı çok iyi hissedebiliyordu. Belki de ona dair herşeyi tüm çıplaklığıyla hissettiği için bu kadar sevdalanmıştı. Koyu kahverengi gozleri ilk gördüğünde saf mutluluğu, hayat enerjisini, masumiyeti ve en çokta sevdayı hissetmişti iliklerine kadar. Iliklerine kadar işlemişti ölümüne sebebiyet verdiği şu yüreği feryat eden kadın.
Aşkla sevişmek mi? Lerzan sevdiği kadın ile sevişmemişti ki... Sahip olduğu elleriyle onu paramparça etmiş, yüreğinden bedenine kadar kezzap dökmüştü. Karısının gönlünde yatanları öğrendikten sonra bedeninde de ruhunda da sevinecek takasta kalmamıştı. Ya ondan beklenenleri yapmış ya da öfkesine yenik düşüp sahip olmustu o narin bedene. Sevdasını araya katacak mecali kalmamıştı. Söküp almıştı Dilzarcona dair tüm heyecanı, mutluluğu... Bir yıkık sevda kalmıştı sancılı yüreğinde. Ameliyat ortasında doktoru gitmiş hasta gibi hissediyordu.
Aşkla sevişmek mi? Istenmeyen bir aşkı nasıl araya katabilirdi ki?  Nefes almayacağını hisseden adam kendini hemen dışarı attı. Dışarı çıkar çıkmaz sertçe esen rüzgarın ardında bıraktığı temiz havayı ciğerlerine soludu.
Dilzar hiç bir şeyden anlamayan arkadaşıyla daha fazla sohbet edebileceğini sanmıyordu. Ne arkadaşı onu anlayabiliyordu ne de kendisi arkadaşını anlayabiliyordu. Iki ayrı dünyanın iki ayrı insanı gibiydiler. Tam nezaketi bir biçimde arkadaşını gönderecekken Rojda zaten artik gitmesi gerektiğini söylerek onu bu zahmetten kurtarmıştı. Genç kadın arkadaşını yolcu edip korkak adımlarını odasına doğru çevirdi. Birazdan o daha girecek ve gerçeği öğrenecekti. Kapıya geldiğinde durup titrek bir nefes aldı. Bunu yapabilir miydi? Gerçeği öğrenmeye hazır mıydı? Hazır olup olmamasının bir önemi yoktu şu dakikadan sonra. Içinde ya bir can taşıyordu ya da taşımıyordu. Bundan başka seçenek yoktu. Gidip öğrenmeli ve ne olacaksa olmalıydı. Kapıyı açıp ağır adımlarla içeri girdi. Evde kimse olmamasına rağmen o yinede ardından kapıyı örttü. Yorgun bedenini yatağının üzerine atarken gözleri dolmuştu bile genç kadının. Bu raddeye nasıl gelmişti hayatı? Bir anda hiç tanımadığı bir adam geliyor onunla fikrini sormadan evleniyor. Gönlün de başkasının olduğunu bilmesine rağmen ona dokunuyor, dövüyor v bazen oyle bakıyordu ki sanki onun hayatını alt üst eden o değilmiş gibi. Öyle dolu dolu bakıyordu ki kadın altından kalkamayacağını düşünüyordu. Bazen yakalıyordu o sevda yüklü gözleri. Kendisi her ne kadar sevdasina inanmıyorum dese de görüyor, duyuyor, ta en derinine kadar hissediyordu. Belki de bu davranışlarının tek sebebi o sevdaya karşı bir koruma kalkanı oluşturmaktı. Yatağının yanındaki komodini açıp eczane poşetini eline aldı, içinden kutuyu çıkardı. Poşeti açıp için öylece attığı kullanılmış çubuğu aldı. Çubuğun önüne bakmadan abu sıkıca sarıp gözlerini yumdu. Düzensizleşen nefesini kontrol altına almaya çalıştı. Yumruğunu arasında sıkıştırdığı şey sadece bir çubuk değildi. Hayatıydı... Hayatına yön verecek bir araçtı. Tam gözlerini açıp çubuğuna bakacakken aniden açılan kapı ile telaştan avucunda sıkıca sardığı çubuğu ne yapacağını bilemedi. Korkudan her yeri talan eden gözleri sonunda geleni gördüğünde ayağa fırladı.
"Ağam..."
Lerzan dışarı çıkan Rojda ile ayaküstü selamlaşıp içeri girdi. Karısını salonda göremeyince odasına doğru yürüyüp kapıyı çalmadan içeri girdi. Çalıp çalmamasının bir önemi yoktu. Giyiniyor muydu? Çıplak mıydı? Zaten görüp bildiği şeylerdi bunlar onun için. Her şeyden önce odasına öylece girdiği kişi karısıydı. Onun girmesiyle ayağa fırlayan kadının telaşlı yüzü  sayesinde adam kadını suç üstündeyken yakaladığını anladı. Karısı her ne kadar yüzündeki korku dolu ve telaşlı ifadeyi saklamaya çalışsa da pek başarılı olduğu söylenemezdi. Gözleriyle odayi tarayıp herhangi bir şey var mi diye kontrol etti. Bir sey bulamayınca ayakta zar zor durmaya çalışan karısına döndü .
"Hayırdır, Dilzar? Ne yapıyordun da ben gelince tutuştun öyle." Genç kadın onune gelen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırırken kocasının gözlerinden mümkün olduğu kadar gözlerini kaçırmaya çalışıyordu.
"Hiç... Hiç bir sey yapmıyordum." deyince genç adam gözlerini kısıp genc kadının yüzüne keskince baktı. Her ne kadar hiç dese de yüzünde dökülen boncuk boncuk terlerden bir şeyler çevirdiğini anlayabiliyordu.
"Yine o adamın fotoğraflarını mı gizliyorsun?" diye fikrini beyan eden Lerzan ile genç kız kafasını hızla adama çevirdi. Ferman... Hayatına bir anda giren o adam neredeyse yok olmak üzereydi. Ilk zamanlarda ki duygularını hissedemiyordu ona karşı. Adı dahi Lerzan ağzına almadan gelmiyordu aklına. Fotoğraflar mı? Onları tamamen unutmuştu. Ama yine de:
"Taşıyorsam ne olacak?" diyerek adamın damarına basmayı tercih etti. Onun bu söyledikleriyle Lerzan ağanın kaşları hemen çatılmış, burun delikleri öfkeden genişlemişti.
"Seni de o adamı da yakarım, lan!" diye aniden bağırınca Dilzar korkuyla yerinden sıçradı. Birden ne diye böyle öfkelendi ki? Yine de adamın bu denli öfkelenmesi içten içe kadının hoşuna gitmişti.
"Fotoğraf falan yok, ağam."
"O zaman ne diye telaş..." diye konuşmaya devam edecekken komodinin üzerindeki ilaç kutusu genç adamın dikkatini çekti. Üzerinde yazılanları görünce emin olmak için kutuyu eline aldı.
"Bu ne?" diye sorunca Dilzar kutuyu elinden almak için atıldı.
"Ağam, lütfen onu bana ver." diye yalvaran bir ses tonuyla konuşan Dilzar ile bakışlarını kutuda yazılanlara çevirdi. Emin olmak için tekrar ve tekrar okudu. Hayır, yanılmıyordu! Anladığı ve okuduğu seyler birbirleriyle aynıydı. Tek kaşını kaldırarak Dilzar'a dönünce genç kadının çoktan ağlamaya başladığını gördü. Bu... Bu mümkün müydü? Olabilir miydi gerçekten? Olmaması için hic bir neden yoktu! Onlarda her evli çift gibi beraber olmuşlardı ve ikisi de herhangi bir korunma yoluna başvurmamıştı. Genç kızın ağlayışına hıçkırıklar eşlik etmeye başlayınca karısının bunu hiç mi hiç istemediğini anladı ve anlamak ona bir sivri bıçak kesiginden daha acı verici oldu. Elindeki kutu saskinligiyla elinden kayıp düşerken ne yapacağını ne diyeceğini bilememezliğinin çaresizliğini yaşadı. Nutku tutulmuş, dili lal olmuştu. Karısı bu testi yapma geregi duyduğuna göre o da bu ihtimalden şüpheleniyordu. Dengesini kaybedip dağılmamak için kendini zar zor tuttu adam. Ona dair hiç bir şeyi istemiyordu karısı. Sevdasını, evliliklerini, olacak çocuklarını... Eli ensesine giderken düşünceleriyle olduğu yerde dolanmaya başlamıştı. Karısı çoktan kendini yatağa atmış hüngür hüngür ağlamaktaydı. Genç adam acısıyla nemlenen gözlerini karısına çevirirken zorlukla açtığı dudaklarıyla:
"Ha... Hamile misin?" diye sordu. Normalde bir ihtimal dahi olsa bu gibi durumlarda eşin,  eşlerin sevinmesi gerekiyorken ne Dilzar ne de Lerzan sevinebiliyordu. Çocuğunu istemeyen hir kadından nasıl çocuk sahibi olabilirdi ki? Ya Dilzar? Kendi çocuğu olsa bile istemediği bir adamdan olduğu için çocuğu sevmese o zaman ne olacaktı? Bu evlilikte kim ateşe odun atıyordu?
Sükunet oldu kadının diğer adı. Sessizlige vurgun olup onunla sevisti her gece. Kimse onu duyup görmezken sessizliğin koynunda ağladı. Gözyaslarindan buğulu gören gözlerini damarlarına kadar acı olan adama çevirdi. Kendisi sessizlikken bu yüreği yaralı adam ne oluyordu peki? Acısını hırçın bir biçimde dışa savuran bu adam neyin koynunda geçiriyordu gecesini? Aglamak uzere olan o mavi gözler maviliklerini kaybedip kırmızı bir renge bürünmüştü ve kadın biliyordu ki o gözler birazdan bir sele yataklık edecekti. O böyle sessizlikle sevişirken onun konuşmayacağını anlayan adam titreyen elini ona doğru uzattı. O da korkuyor... Benim deli gibi korktuğum gibi o da korkuyor! dedi kadın. Bu evliliğin temelinde sert esen rüzgarlar vardı. Kalpleri etrafa savurduğu gibi ruhları da öylece savunuyordu ve ikisi de kendilerini kaybetmiş bir durumda ölmek üzereydiler.
Dilzar kucağında sıktığı yumruğunu açıp önünü göremediği çubuğa baktı. Hayati avucunun arasindaydi işte. Ölüm ve yaşam arasındaki o ince çizgi bu çubuğun önündeydi. Önünde bekleyen ele çevirdi yaşlı gözlerini. Bu ele güvenip hayatını bırakabilir miydi avuçlari arasına? Artik güvenip güvenmemesinin de bu önemi yoktu. Elindeki çubuğu genç adamın eline verip gözlerini sikica yumdu. Düzensizce alıp verdiği nefesini bu sefer ciğerlerinde tuttu.
Adam avucuna bırakılan çubuğu önüne çevirip ne olduğuna baktı. Dudakları arasından:
"Çi..Çift!" Kelimesi dökülürken kafasını yatakta oturan Dilzar'a çevirdi "çift ne oluyor?" Diye sordu içinde ki heyecanı gizleyemeden. Oysa Dilzar onun ağzından dökülen tek bir kelimeyle beyninden vurulmuşa dönmüştü. Yerde kan revan içinde ölmekteydi. Beyni yavaş yavaş olanları idrak etmeye başlayınca dudakları arasından yavaşça dökülen hıçkırıklar ard arda sıralanıp adeta bir gök gürültüsüne dönüştü. Eliyle dudaklarını kapama gereği duymadan yeri göğü intecek şekilde ağlamaya başladı.
Genç adam cevapsız kalan sorusuyla kendini bir boşlukta gibi hissediyordu. O da sonucu öğrenmek istiyordu. O da bilmek istiyordu! Sesli bir şekilde ağlayan kadının omuzlarından tutup kendine çevirdi. Gözlerini gözlerine dikip:
"Bana ne olduğunu söyle, Dilzar. Çiftin ne demek olduğunu söyle!" Susmakta ısrar eden kadın elleri arasından sıyrılıp aniden ayağa kalkınca bir kaç adım geri çekilmek zorunda kaldı. Dilzar komodinin üzerinde duran eşyaları elinin tersiyle yerle bir ederken adam şaşkınlıkla onu izledi. Kadının acı çığlıkları odayı doldurup kulağını sağır ediyor, yüreğini talan ediyordu. Dilzar yatağı bozuyor, açık gardroptaki kıyafetleri çıkarıp yere atıyor, çığlıklarını salarak odayı alt üst ediyordu. Kadının bu feryadını izleyen adam sonucun ne olduğunu anlayınca yüreğinde keskin bir acı hissetti. Bu çığlıklar, bu feryat... Her şey istenmeyen bir evlilikten doğacak istenmeyen bir çocuğun acısıydı. Bu gözle görülür acı, hatalarının sonucuydu. Hayallerinde ki gibi sevdiği kadından bir çocuğu olacaktı fakat günahlarından dolayı bunun sevincini yaşayamıyordu. Bir katil ne kadar mutlu olabilirdi ki? Eline ne geçerse dağıtan karısına hüzünle bakarken tutmaya çalıştığı göz yaşlarını daha fazla tutamayarak serbest bıraktı. Ve adam ağladı günah dolu sevdasına... Sevdikçe batan hayatına, batırdığı hayata... Etrafında deli divane gibi çırpınan kadınla öldü. Dirilip bir kez daha öldü. Ölümün en acı şeklinde defalarca kendini katletti.
Hamileydi! Sevdiği kadın karnında onun bir parçasını taşıyordu. Bu dünyanın en güzel haberi olmaktan çıkmış cenaze duasına dönmüştü adeta. Onunda dağıtıp yıkmaya hakkı varken neden sessizce ağlıyordu? Her şeyi düzeltmeye çalışırken eline yüzüne bulaştırıyordu. Bir yerden tutmaya çalışırken diğer yerden kopuyordu. Severken öldürüyordu...
Duvardaki fotoğrafları yerinden çıkartan karısının yanına gidip arkadan ince beline sıkıca sarıldı. Kadın genç adamın bu dokunuşuyla önce biraz duraksasa da adamın kolları arasında tekrar çırpınmaya başladı. Çırpındıkça içinde hala bitmek tükenmek bilmeyen çığlıklarını dışarı salıyordu. Ince bedeni kendine iyice sardı adam. Önce saçlarından öptü sonra açıkça kalan köprücük kemiğinden. Öptükçe bir günahını bıraktı ardından. Öptüğü yerlere gömdü cansız ruhunu. Bir durgunluk kucakladı önce odayı sonra içindeki hırçın kalpleri. Geriye sadece hızlı nefes alış verişler kalmıştı. Lerzan ağa acısını içine sakladığı bir damla göz yaşını sevdiği kadının siyah saçları arasına sakladı. Bedeni cayır cayır yanarken hatalarının bedelini ruhu çekti. Siyah saçların sakladığı o küçük kulağa doğru:
"Özür dilerim..." diye fısıldadı acıyla. Ondan defalarca özür dilese de hiç bir şeyin düzelmeyecegini biliyordu fakat yine de yaşlanana kadar özür dilemek istiyordu. Kadının nefes alışverişleri düzene girerken yavaşça adama doğru döndü. Kadının dönmesiyle Lerzan ağa elini kadının üzerinden çekti. Çekmesiyle yanağına doğru sert bir tokat gelmişti. Daha yanağına gelen tokat in şaşkınlığı içerisindeyken karısı:
"Allah seni kahretsin! Geber, Lerzan ağa. Kafanı koydugun yastıkta can ver. Öl! Hepsi senin suçun. Hepsi senin suçun..." diyerek göğsünü yumruklamaya başladı. Ölüyordu zaten genç adam.  Hatta düğün gecesi başını koyduğu o yastıkta can vermişti de kimsenin haberi yoktu. Yüzüne bir tokat daha gelecekten kadının havada olan bileğinden kavradı. Dilzar bu sefer diğer elini kaldıracakken diger elini de yakalayıp genç kadının sırtını hemen yanlarındaki duvara yasladı. Tam ağzını açıp konuşacakken yüzüne gelen tükürük ile genç adam gözlerini yumup durdu. Bu tokattan daha çok şaşırmıştı adamı.
"Senin çocuğunu asla doğurmayacagım. Anlıyor musun, ağam? Senin çocuğunu asla ama asla doğurmayacagım. Benim parçamdan olacak asla sana baba demeyecek!" Yakıp yıktı kadın sözleriyle. Cehennem ateşinin en derinine savurdu bedeni. Adamın yıkık hayallerine bir tekme daha atıp uzaklara doğru fırlattı. Dört bir tarafa dağıldı genç adam. Gözlerini açıp ona öldürecekmiş gibi bakan kadının gözlerine baktı umutsuzca. Bu hayattaki tek umuduydu karşısındaki şu öfkeli kadın. Bu hayata tutanabilecegi tek dalıydı oysa ki. Bir kez yere düşmüştü zaten Dilzar'da tekme atmaktan geri kalmıyordu. Dudaklarıyla kapadı ona neşter olan dudakları. Örttü üzerini ona açılan mezarın.

Dilzar öfkeyle solurken aniden dudaklarını örten dudaklarla afalladı

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Dilzar öfkeyle solurken aniden dudaklarını örten dudaklarla afalladı. Oysa diyeceği haykıracağı onca şey daha vardı. Sinirini, öfkesini tüm herşeye neden olan bu adamdan çıkarmalıydı. Bir an bir şey oldu ve kadının tüm planı yerle bir oldu. Tüyleri ürperirken aklındaki her şey geri plana çekildi ve tek bir şeye yanaklarına damlayan o damlaya odaklandı. Dudaklarını örten dudakların sahibine çevirdi kahverengi gözlerini ve gördüğü manzarayla nutku tutuldu. Adam öyle bir ağlıyordu ki tüm acısı içinden taşmış gibi. Adam öyle bir ağlıyordu ki her şeye isyan edercesine, yalvarırcasına, öfkesini haykırırcasına. Hıçkırarak... Küçük bir çocuk gibi ardı ardına tüketiyordu gözyaşlarını. Ona zehir olan dudakların üzerine döküyordu katrelerini. Temizlercesine...
Ve öptü kadın zehirine derman olan o dudaklardan. Karşılık verdi onu maf edenin acısına. Bu küçük bir çocuk gibi ağlayan koskoca adamın dudaklarının tadının farkına ilk defa veriyordu. Katilinin dudaklarından başlayıp kalbinden öptü. Yüreğine ince ince işlemesine izin verdi ama arada olan düğümler de takılı kalıyordu arada.
Bu önce karşılıksız olan öpücük gittiktikçe derinleşmeye başlayınca kadın testin çift çıktığını unutmuş, adam kadının ondan çocuk istemediğini unutmuştu. Içinde sert poyrazların  estiği dünya durmuş geriye sevdanın hakim olduğu dünya dönmeye başlamıştı. Adam ona karşılık veren kadının belinden tutup dağınık yatağa doğru götürdü. Narin olan bedeni usulca yatağa yatırırken gözyaşları yanağın da kurumuştu. Dilzar'ın üzerinde yerini alırken dudaklarını dudaklarından çevirip:
"Sana yaşattığım her şey için özür dilerim. Özür dilerim, Dilzar'ım..." Ettiği her ozur kadının içini yumuşattıkça kadın kendine kızdı. Her şeyi bu kadar çabuk kabullendiği için kendinden nefret etti. Onu öpen dudakların devam etmesini istediği için kendine lanet okudu. Bedeni onun bedeni için sızladığı için kendini öldürmek istedi.
Bir anda üzerinin hafiflemesiyle kendine geldiğinde ayağa kalkan kocasına baktı.
"Doktora gitmeliyiz. Bize en doğrusunu o söyler." Genç kadın dağınık yataktan doğrulup:
"Eğer böyle bir şey varsa aldıracagım." Dedi kendinden emin bir ses ile.
Bölüm böylelikle bitmiş oldu arkadaşlar. Diğer bölümlerde görüşmek üzere...

Hanım Ağa (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now