"Bin!"

10.3K 380 33
                                    

Dilzar, bir saatten fazladır oturduğu yerden aynı kapıyı yoğun bir stres altında izlemekteydi. Arada uzun olan tırnaklarını dişleriyle kısaltıyor, yanında sessizce beklemekte olan Lerzan'a bakıyordu. Baktıkça daha çok stres altına giriyordu. Evdeki kavgalarının ardından Lerzan'ın zoruyla soluğu hastanede almışlardı. Kan aldırmış, kocasının o büyük ağa ünvanıyla da sonuçları bir saate indirmişlerdi. Dakikalar kısaldıkça kadının ömrü de kısalıyor gibiydi. Kapısı hastalarının bir kaç kez açılan doktorun odasına bu sefer elinde dosyalarla ufak efek bir hemşire girdi. Kadın sıkıntıyla olduğu yere iyice sinince aklına yanındaki adamın göz yaşları geldi. Ikinci kez şahitliğini yaptığını katreler bu sefer çok farklıydı. Damlayan her sıvı hançer olup göğsüne saplanmış, büyük yaralar açmıştı. O an anlamıştı ki bu adam gerçekten yaşattığı ve yaşadıklarından pişmanlık duyuyordu. Düzeltemeyeceklerinin ardından hüngür hüngür ağlamıştı. Gercekten seviyordu yanındaki adam. Hemde kendini, sevdiğini ölüme itecek kadar. Bir kaşık suda boğulacak kadar.
Hemşire kadın dışarı çıkıp;
"Dilzar Haşim! Dilzar Haşim burada mı?" Diye bağırınca korkuyla kafasını hemsireye çevirdi. Gitmek istemiyordu! Içeri girip hamilesin kelimesini duymak istemiyordu fakat onu kolundan tutup kaldıran kocasıyla isteği yerle bir oldu. Kocasının önderliğinde dakikalardır bakıştığı o kapıdan içeri girdi. Orta yaşlardaki doktor onlara gülümseyerek oturmalarına söylerken geri gitmek için ileri atıldı fakat onu kelepçe gibi saran el doktorun çaprazındaki sandalyeye oturttu. Lerzan:
"Sonuçlar çıktı mı, doktor bey?" Diye sorunca doktor elindeki dosyayı sallayarak:
"Evet, Lerzan bey. Sonuçlar çıktı fakat üzülerek söylüyorum ki eşiniz Dilzar hanımın kan testi sonuçları negatif çıktı. Yani karınız hamile değil."
Hamile değil... Doktorun söyledikleriyle genç kadının önce gözleri parladı sonra dudaklarına bir gülümseme yayıldı. Şayet karşısında doktor olmasaydı oturup sevinçten ağlayacaktı. Onun bu gülümsemesini fark eden doktor ona tuhaf tuhaf bakarken kocasının bakışlarında bir donukluk vardı. O donuk bakışlarla dudaklarında ki gülümseme de donmuştu. Bu sevinci tek başına yaşamamalıydı. Düşünmüştü ki Lerzan'da hatalarından doğan bir çocuk istemez. Düşünmüştü ki sevdiği için isteklerinden vazgeçer. Düşünmüştü ki karşısında hıçkırarak ağlayan bu adam acılarının devamını istemez. Tüm bu düşünceleri düşüncelerde mi kalmıştı şimdi? Kendine gelen adam önce kafasını yere eğdi sonra ondan başka her yere çevirdi. Kadın onu anlayamıyordu. Anlamaya çalıştıkça bir sonuca varamamanın hüznünü yaşıyordu. Hamile değildi işte! Zorla olan birliktelerinden olacak çocukları olmayacaktı. Adama her gün günahlarını hatırlatacak bir yüz olmayacaktı. Sevinmesi gerekmiyor muydu şimdi?
Doktor tuhaf bakışlarını yüzünden çekip kocasına çevirirken konuşmaya devam etti.
"Eşiniz yoğun bir stres altında, Lerzan bey. Doğal olarak bu da düzenli olan regl zamanlarına yansımış. Eğer bir bebek istiyorsanız önce eşinizin ona stres yaratan düşüncelerden, olaylardan kurtulması gerekiyor. Zihnini, kalbini, bedenini refaha erdilmeli." Dilzar'a dönüp "biz regl düzeninizin eski haline dönmesi için ilaç yazacağız ama burada en büyük etmen sizsiniz. Düzene girmedigi takdirde tekrar gelin."
Kadının başından o kadar çok olay geçti ki stres altında olmaması imkansız ötesi gibi bir şeydi. Hamile olduğunu düşündüğü için o kadar çok korkmuştu ki neredeyse gidip kendini Mardin'in en yüksek uçurumundan aşağı atacaktı. Eğer hamile olsaydı hayatının en karanlık çağlarına geçiş yapacaktı. Içindeki yarım yamalak sevinçle izledi o kusursuz yüzü. Ne kadar da yorgun, kırgın, hüzünlü görünüyordu. Mavi gözlerinin önü buğulanmış, içindeki yarayı gizlemeye çalışıyordu fakat yarası o kadar bariz bir şekilde ortadaydı ki Dilzar dahil doktor da bunu farketmişti. Işte bunu anlayamıyordu kadın! Üzüntüsünün sebebi neydi? Hamile olmamasına mı? Bunun için sevinmesi gerekirken şu an ki durum o kadar saçma geliyordu ki kadına ne yapacağını bilemiyordu. Yakıp yıktıktan sonra dünyası yarıda olsa aydınlamıştı. Ama ne diye buna doğru düzgün sevinemiyordu? Havalara uçması gerekirken o mavi gözlerde ne diye boğuluyordu.
Sert esen rüzgar genç adamın saçlarını geriye savuruyor yüzünde soğuk bir his bırakıyordu. Ellerini cebine koyup nemli gözleriyle izledi aşık olduğu şehri. Ona cenneti de cehennemi de açan Mardin'i... Issız bir tepede ıssız yüreğiyle bir başınaydı. Korkmuyordu artık yalnızlıktan. Hatta o kadar çok alışmışlardı ki birbirlerine kopamıyorlardı bir türlü. Ne yalnızlık yerini Dilzar'a veriyor ne de Lerzan, Dilzar'ı alabiliyordu adeta bir bütün olmuştu yalnızlıkla.
Çok yorgunum, ey koca Mardin! Dedi içinden ayakları altına serilen suskun şehire doğru. Ne doğru düzgün sevebiliyorum ne doğru düzgün ölebiliyorum... Orta yolu da bulamıyorum. Bugün kaçıncı kez öldüm sayısını unuttum. Yaktın beni Mardin! Onu içinde yaşatıp benimle karşılaştırdığın için yanıyorum. Ama yine de seni çok seviyorum be Mardin! Sevdiğim kadını içinde yaşatıp bana getirdiğin için seni çok seviyorum. Öyle bir iç çekti ki adam içinde ne varsa dışa döküldü ve ağladı Mardin'in üzerini örten gökyüzü. Eşlik etti adamın kezzap gibi yanaklarına süzülen göz yaşlarına. Her bir damla yeryüzüne düşerken adam yığılırcasına dizleri üzerine oturdu. Beraber ağladılar... Beraber hıçkırdılar... Ne Lerzan bu kadar şiddetli bir yağmura şahit olmuştu ne de gökyüzü bu kadar derin bir acıya şahit olmuştu. Gökyüzü Lerzan'ı ıslatırken Lerzan gökyüzüyle beraber ıslattı yanaklarını.
Bir adam bu kadar çok ve derin ağlar mıydı?
Seven hiç bu kadar ölür müydü?
Karısının gözlerindeki o parıltıyı görünce anladı onu belkide hiç bir zaman sevmeyeceğini. Ondan çocuk istemeyeceğini... iliklerine kadar titremişti adam o zaman. Iliklerine kadar ölmüştü.
Dilzar, toplanmış yatağının üzerinde oturuyor elleri arasında tuttuğu mor kaftana bakıyordu. Eve Lerzan'ın yolladığı arabayla bir başına döndüğünde annesinin telaşlı ve meraklı sorularıyla başbaşa kalmıştı ama o kadar yorgun ve karışıktı ki arkasında konuşan kadını umursamadan adımlarını odasına atmıştı. Derli toplu bir odayla karşılaştığında toplayanın annesi olduğunu anlamak çok da zor değildi. Yatağına doğru ilerlerken ayağı bu poşete çarpmış çarpmanın etkisiyle poşet yere devrilmişti ve içindeki kaftanın bir ucu dışarı çıkmıştı. Dilzar merakla eline aldığı poşetin içinden mor kaftan çıkınca şaşırmadan edememişti. Onun böyle bir kaftanı yokken bu kimindi ve burada ne işi vardı? Yanında soru sormaya aralıksız devam eden annesine kimin olduğunu sorduğunda annesi de bilmediğini söylemişti. Ve o an aklına Lerzan'ın odaya giriş anı geldi. Bu poşette içeri girerken elinde bulunuyordu. Yüreğine daha bir ağırlık çökünce atmıştı bedenini bedenini yatağına. Bir adamın her şeyi bu kadar mükemmel olabilir miydi? Gözleri, elleri, bakışları, zevkleri, sevdası... Kocası baştan sona kusursuzluğun vücud bulmuş haliydi. Bunu ne diyen simdiye kadar fark edememişti? Kendini o kadar öfkesine, nefretine kaptırmıştı ki olanları, sahip olduklarını hiç görememişti. Yakışıklı, zevkleri bir harika olan olan kocası vardı. En önemlisi ona deli gibi sevdalı olan... Eğer hayal aleminden sıyrılıp gerçeklere bakabilseydi onu çok önceden fark edebilirdi. Işte o zaman içinde yok olan Ferman'a ne olurdu bilemiyordu. Belki Lerzan'ın sevdasına kendini kaptirip onu çok önceden unutabilirdi.
Kaftanın bel kısmında harika bir desenle duran küçük sık taşlarda gezdirdi elini. Belki de her bir taşta Lerzan'ın sevdası gizliydi. Hamile olsaydi belki de hiç bir şey düşündüğü gibi olmayacaktı. Belkide şimdi içinde bulunduğu karanlık aydınlığa dönüşecekti. Çok sevecekti bebeğini... Kocasının o yıkık bakışları o kadar çok yıktı ki kadını ayağa kalkamıyordu. Yaninda susup saçlarını okşayan annesine doğru:
"Hamile değilim." Dedi buruk bir tebessümle.
Sonunda Samet'in düğünü gelmiş kapıya dayanmıştı. Arkadaşının mutluluğuna şahitlik yapacak olan Lerzan en az arkadaşı kadar heyecanlı ve mutluydu. Belkide genç adamın bir diğer heyecanı da o mor kaftan içinde prensesler gibi duracak karısını görecek oluşuydu. Biliyordu ki Dilzar o kıyafet içinde gelinden bile daha guzel olacaktı. Ve yine onu kendine mühürleyecekti. Kapıdan tıpkı onun gibi heyecanlı bir şekilde Dilzar'ın ailesi de beklemekteydi. Hastaneden sonra ne birbirlerinin yüzüne bakmışlardı ne de tek kelam etmişlerdi. Hatta Lerzan gidip odada bulunan koltukta uyumuştu. Artık karısına yanlışla dokunmaktan bile korkar olmuştu. Dilzar'ın ondan daha da uzaklaşmasına asla tahammül edemezdi. Zaten Dilzar'da onun koltukta uyumasına hiç sesini çıkarmamıştı. Lerzan biliyordu ki onun koltukta uyuması karısının işine gelirdi.
Ve kapı usulca aralanırken once o cennet kokusu yayıldı adamın burnundan ciğerlerine doğru. Sonra küçük bir ayak adım attı ileri doğru. Adım attıkça mor etek sallanıyor ortasından düz bu çizgi halinde geçen taşlar birbirine karışıyordu. Daha sonra o ince beli saran taşların yarattığı eşsiz tablo ortaya çıktı.

Hanım Ağa (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now