Bölüm 4- BUNU RESMET

118 50 9
                                    



"Uzay konuşma şu manzarayı dinle" diyorum gülümseyerek sessizce.

Arkadaş olma kararı alalı bir hafta olmuştu. Birlikte kahvaltı ediyor, kahve içiyor, geziyor ve resim çekiyorduk. Ha bir de en çok da konuşuyorduk. Anlaşılan aslında ikimizde anlatmayı seviyormuşuz ve çok gevezeymişiz.

Tuhaf biliyorum ama birbirimize o gün yaşadığımız her şeyi anlatıyoruz. Mesela ben yaşadığım bir şeyi o da bilmeliymiş gibi hissediyorum. Sanırım o da böyle hissediyor çünkü ben sormadan her şeyini anlatıyor bana. Çayı tek şekerli içiyor ama bazen çok şeker koymayı seviyor. Bu onun için oyun gibi ve bunu bile anlatıyor bana. Ve bunu biraz durgun olduğu günlerde yapıyor. Sanki bu onu kendine getiriyor. Moralinin düzelmesi için oynadığı bir oyun bu. Ve bu saçma ve basit şeyi bilmek beni çok mutlu ediyor. En çokta bunu bana söylemiş olması mutlu ediyor beni. Ben mantar sevmiyorum sırf bu yüzden o da yanımda mantar yemiyor.

Onun yanındayken ne zaman ne yapacağımı kestiremiyorum. İlk defa gerçekten kendim oluyorum onun yanındayken. İstediğim her şeyi yapabilir, söylemek istediğim her şeyi söyleyebilirim onun yanındayken. Sanki sadece onun yanındayken özgürüm. Özgürce kahkaha atıyorum onun yanında.

Yirmi sene boyunca hiç yeterince kendim olamamışım gibi hissediyorum biliyorum bu benim için utanç verici. Adamın birinin gelip de kendim olmamı sağlaması çok yanlış biliyorum. Kendime bir söz veriyorum bu yüzden bundan sonra ne olursa olsun kendim olmaktan vazgeçmeyeceğim diyorum. Hayatımıza giren her insan bir şey katarmış bize Uzay'ın bana kattığı en güzel şeyde özgürlüğüm oluyor.

"Ne söylüyor anlamıyorum" diyor gülerek.

Kahkahası o kadar güzel ki hep onu duymak istiyorum. Bazen özellikle kahkaha attırmaya çalışıyorum, bu güzel kahkahasını duyunca mutluluktan gülüyorum bende.

"Beni çek diyor" diyorum.

Ona aslında benim manzaramın o olduğunu, resmini çekmek istediğim tek şeyin de o olduğunu söylemek isterdim. Hatta biraz daha ileri gitmek gerekirse onu şu anda bu manzaranın önünde doyasıya öpmek isterdim.

Bir anda durgunlaşıyor. Sesli bir şekilde yutkunuyor, biliyorum şimdi bir şey soracak. Sessizce soracağı soruyu bekliyorum. Yüzüne bakıyorum gözlerini gözlerime dikiyor. Gözlerindeki hüzne anlam vermeye çalışıyorum. Bu kadar hüzne neden olacak ne sorabilir ki diyorum kendi kendime.

Yutkunduktan sonra konuşuyor.

"Senin hikayen ne İstanbul?" diyor.

Bende durgunlaşıyorum. Şimdi benim gözlerimde onun hüzünlü gözlerinin yansıması. Bazen çok zor sorular soruyor bana. Bazen de susmaması son derece sinir bozucu oluyor. Ama ses tonu her zaman çok güzel.

"Ne hikayesi?" diyorum.

Anlamamazlıktan gelemeyeceğimi biliyorum. Uzay ne demek istediğini biliyor, bende anlıyorum zaten onu. Aslında anlatmakta istiyorum. Ve ben ilk defa anlatmak istiyorum. Uzay'a anlatabilirim biliyorum. Hatta daha da önemlisi ona anlatmalıyım. Onunla konuşuyorken ona anlatabileceğim her şeyi anlatmalıyım. Gözleri öyle bakıyor ki sanki her an gidebilirmiş gibi ve ben o gitmeden her şeyi anlatmalıyım ona. Garip ama sadece ona anlatabilirmişim gibi hissediyorum. Belki sadece onun anlayacağını düşündüğüm içindir ya da belki de artık anlatırsam yükümün hafifleyeceğini düşünmeye başlamışımdır.

Bu sırtınızda taşıdığınız yükün birden yok olması gibi değil. Ben zaten alıştım sırtımda ki yüke ama o öyle güzel paylaşmak istiyor ki birden hafifliyor yüküm. Acılarım daha eskide kalıyor sanki, sanki gözyaşlarım kuruyalı çok olmuş gibi, oysa biliyorum ağlayalı çok olmadı daha. Sanki güzel bir günün sabahında güne ilk defa hiç yüküm olmadan başlamışım gibi. O böyle güzel sorunca, böyle ilgili dinleyince, sonunda anlatabilince ben geçiyor sanki her şey. Geçmiyor biliyorum, geçmez biliyorum ama hafifliyor işte yüküm. Belki de kalbim bana küçük bir oyun oynuyor.

ZAMANDA VE UZAYDAWhere stories live. Discover now