Bölüm 27-KAYBOLAN RUHLAR

19 11 20
                                    

Herkese merhaba yeni bölüme hoşgeldiniz :) Beğendiyseniz oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen :) Keyifli okumalar :)

Her sabah uyanıp nefes almaya devam etmek o kadar zor geliyor ki geceleri artık uyanamamak için dua etmeye başladım. Bu sabah ilk defa sakin uyandım. Sanki kalbimdeki bütün sinir ve öfke yok olmuş gibi. Artık sadece anlayamıyorum. O kadar çok düşündüm ki Uzay'ın aslında gerçekten söylediği gibi bana aşık olduğunu biliyorum onu kaybetmenin verdiği acıyla her şeyin yalan olduğunu söylesem de içten içe biliyorum, her şey gerçekti. O da bana aşık olmuştu belki benim ona aşık olduğum kadar çok değil ama aşık olmuştu.

Seven insanlarda gidiyormuş. Yakıp yıkarak gidiyormuş hem de. Ama ceketlerini alıp hiçbir şey olmamış, birlikte hiç mutlu olmamışlar gibi, hiç hissetmemişler gibi nasıl gidiyorlarmış bilmiyorum. Oysa biz artık iki kişi bile değildik insan yarısını kesip atar mı yürümeye devam edebilmek için?

Bir sigara yakmak istiyorum yarım kalışıma, bu denli eksik kalışıma. Ama onun yerine yataktan çıkıp dolabımın karşısına geçiyorum giyinmek için. Daha az düşünmek istiyorum artık, hatta elimden gelse hiç düşünmem. Düşünmek sadece acıtıyor. Bitmiş bir zamanı kafamın içinde değiştirip aslında asla değişmeyeceğini bilmek kalbimin ortasında bir ateş yakıyor. O yüzden düşünmüyorum artık.

Giyinip kahvaltı hazırlamak için aşağıya iniyorum. Hala nefes aldığım için mutlu olmaya çalışıyorum oysa canımı en çok yakan şey hala nefes alıyor olmam. Kahvaltıyı hazırlayınca kapı çalıyor.

Kapıyı açınca Can'ın gülümseyen suratıyla karşılaşıyorum. Onu sevmediğimi bildiği halde nasıl hala bu kadar mutlu anlamıyorum. Filmlerdeki kötü kadınlar bütün kötülükleri yapıp kendilerini sevmeyen adamları yanlarına alınca aynı Can gibi oluyorlar oysa birinin bedeninin yanında olması değil kalbinin ellerinde olması mutlu etmeli insanı. Yinede bir şey söylemek yerine gülümsüyorum onu görünce.

Kahvaltı masasına oturunca hiç konuşmadan kahvaltı ediyoruz ama Can'ın neden yanımda olduğunu düşünmeden duramıyorum. Biliyorum düşünmeyecektim artık ama anlamıyorum onu ve anlamak istiyorum. Mantıklı bir açıklaması olmalı mutlaka diye düşünüyorum.

Sonunda dayanamayıp konuşuyorum.

"Ben bir daha asla aşık olamayacak kadar çok incindim bunu biliyorsun, seni paramparça edeceğimi de biliyorsun neden hala yanımdasın?" diyorum.

Önce uzun bir süre yüzüme bakıyor ne diyeceğini bilemiyor gibi gözüküyor. Aslında kafasında bir şey var ama söyleyip söylememe konusunda kararsız duruyor. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan merakla vereceği cevabı bekliyorum.

Yapacağı hangi açıklama yaptığı bu deliliği haklı çıkartır gerçekten bilmiyorum. Mesela şu anda yapacağı açıklamayı bana mı yoksa kendine mi yapacak onu da bilmiyorum.

"Çünkü seni seviyorum" diyor.

Ama bu mantıklı bir cevap değil. Seven insanlarda gider çok incineceklerini ve asla sevilemeyeceklerini biliyorlarsa. O yüzden cevabından tatmin olmadığımı belli ederek yüzüne bakmaya devam ediyorum. Onun da verdiği bu cevapla kendini kandırmaya devam etmesini istemiyorum.

"Bak" diyor.

Gözlerini kahve fincanına indirip düşünüyor bir süre. Ne söyleyeceğini gerçekten çok merak ediyorum, onu anlayabilmek istiyorum. Aslında onu hiç incitmek istemiyorum ama inciteceğimi biliyorum.

"Ben seni çok seviyorum benim sevgim ikimiz içinde yeter" diyor.

Belki böyle düşünüyor ama asıl nedenin bu olmadığını biliyorum. Onun kafasının içinde bir sürü şiir ve düşünce var bunu biliyorum. Ve bu sorumun cevabının aslında çok mantıksız olan güzel bir cümle olduğunu da biliyorum. En önemlisi onun sevgisinin ikimize de yetmeyeceğini biliyorum. Onunda biliyor olması gerekiyor böyle düşünmemeli. Kendisini hiç sevmeyen bir kadınla yetinmemeli.

"Can incineceğini bildiğin halde yanımdasın ve bu sadece beni sevdiğin için değil, neden?" diyorum.

Cevap vermek istemeyen gözleriyle bana bakıyor. Söylediği şeyin beni inciteceğini anlıyorum. Yinede cevap vermesini bekliyorum. Bu adamı anlamam lazım sanırım bunu kendimi daha az suçlu hissetmek için yapıyorum.

"Beni parçalaman beni eksiltir ama senin ruhunu yok eder" diyor.

Öylece suratına bakıyorum. Ne söylemem gerektiğini bilmiyorum. Uzay gittiğinde ruhumu da kaybettiğimi düşünüyorum zaten. Ama haksız değil biliyorum hala biraz hissedebiliyorken bir parçada olsa ruhumun kaldığını ve kurtarılabileceğimi biliyorum. Ama Can'ı da incittiğimde benden geriye hiçbir şey kalmayacak. Ben o kadar eksildim ki artık yok olmamın vakti geldi biliyorum. Yinede kızmak istiyorum Can'a. Onu inciteceğimi bildiği halde yanımda durduğu için kızmak istiyorum ona. Onun hiç umudu olmamalı ben onu sevemem. Ben onu mutlu edemiyorum o yüzden kendine de bana da böyle işkence ettiği için çok kızıyorum ona.

Cevap vermemi bekliyor, kızıp kızmadığımı kestirmeye çalışıyor. Kızıyorum ama bu söylediği için değil ben ona sadece hala yanımda olduğu için kızıyorum. Bu kadar iyi bir adamın çok güzel bir hayatının olması lazım o ise benimle vakit kaybediyor o yüzden kızıyorum bu adama. Kalbinin ne kadar güzel olduğunun farkında değil. Bir kadının karşılaşabileceği en güzel adam olduğunun farkında değil. Benimle boşuna vakit kaybediyor ve benim vakit kaybı olduğumu görmüyor bile.

"Benim zaten bir ruhum yok" diyorum.

Ruhumu ne kadar acı çekerek kaybettiğimi anlatmıyorum. Aslında ne kadar iyi bir adam olduğunu söylemiyorum. Tam da şu anda onu bu evden kovmam lazım daha güzel, hak ettiği gibi bir hayat yaşayabilmesi için ama yalnızlıktan o kadar korkuyorum ki onu kovamıyorum. Onu eksiltmek istemiyorum. Benim artık kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı ama o çok güzel bir adam onun eksilmesini istemiyorum. O ona bir şeyler katacak, onu arttıracak bir kadını hak ediyor biliyorum.

"Sen kendinin farkında değilsin" diyor.

Bunu öyle büyük bir aşkla söylüyor ki bu adam ne zaman bana bu kadar aşık oldu diye düşünüyorum. Oysa ben sevilecek bir kadın değilim. Ben vakit harcamaması gereken bir kadınım bunu neden göremiyor anlamıyorum. Ben çektiğim acılarla birlikte ruhumu kaybettim belki bedenim hala katlanıyor ama ruhum o kadar acıya dayanamadı. Ama anlamıyor, anlayamaz da. Uzay haklı kimse çekmediği bir acıyı anlayamaz ve kimse Uzay gibi sizi anlamadığını ve asla anlamayacağını kabullenemez. O yüzden Can beni anlıyormuş gibi davranıyor. Çektiğim acıları bile bilmiyor oysa. Uzay'ın çektiğim ne kadar acıdan sonra gelip bütün acılarımı nasıl sardığını bilmiyor. Uzay'ın gidişiyle kalbime sardığı sargı bezinin açıldığını bilmiyor. Kalbimde bir sürü yara olduğunu ve her birinin kanadığını bilmiyor. O bu kadar şey bilmiyorken artık bir ruhumun olmadığını nasıl anlasın ki.

"Ya aşık olduğun için ya da aptal olduğun için görmüyorsun ben ruhumu kaybedeli çok oldu" diyorum.

Git diyemiyorum ama gitsin istiyorum. Aklımdan geçenleri bir bilse bir dakika bile durmaz yanımda biliyorum ama anlatamıyorum. Yaşarken o kadar yoruldum ki birde anlatmak istemiyorum.

"Hiçbir yere gitmiyorum" diyor.

"Neden" diyorum.

Bu kadar aptal olmasını anlamıyorum.

"Sen git demediğin sürece gitmem" diyor.

"Diyemem" diyorum.

"O zaman bende gitmem" diyor.

Ne kadar bencil olduğumu görmüyor. Yalnız kalmaktan korktuğum için gitme diyemediğimi görmüyor. Ne kadar geç giderse o kadar eksilmiş olacağını da görmüyor. Aşk gerçekten aptallaştırıyor insanı.

"Sen bilirsin" diyorum.

Daha fazla onu düşünecek değilim. Ruhu olmayan bir kadın için fazlasıyla düşündüm zaten.

Sandalyesinden kalkıp yanıma geliyor ve dudağıma küçük bir öpücük konduruyor.

ttps:/}r

ZAMANDA VE UZAYDAWhere stories live. Discover now