×1

1.2K 95 78
                                    

Luke uyandığında garip, sarsıcı bir his taşıyordu bedeninde. Beyni bulanmış gibi hissediyordu ve başında keskin bir ağrı vardı. Uzandığı koltuktan sertçe doğrulduğunda boynundan başlayıp hızla vücuduna yayılan sıcak bir dalga ve acıyı hissedip suratını buruşturdu. Tanrım, ne sikime koltukta sızıyorum ki?

Bir süre boynunu ovuştursa da acının geçmeyeceğini biliyordu. Ofladı, ayağa kalkarken bir an görüş açısındaki her şey yer değiştirdi ve Luke kendisini yüz üstü bir şekilde yerde buldu. Acıyla suratını buruştururken dudakları arasından çıkan inleme kulaklarına dolmuştu. Boynunu kırdığını düşündü. Ve belini. Ve bedenindeki her bir kemiği.

Ellerini parkeye bastırıp bacaklarının da yardımıyla yerden doğrulurken bu sefer hemen ayağa kalkmaması gerektiğini anlamıştı. Sırtını içki kokusunun sindiği koltuğa yasladı ve tek elini başına koyarken diğer eliyle de boynunu ovdu. Başı çok ağrıyordu, boynunun da ondan az kalır yanı yoktu, midesinin çalkalandığını hissediyordu ve beyninde düşünmesini engelleyen bir şey varmış gibi hissediyordu. Görebiliyor, duyabiliyordu ama şu anda Ashton gelip ona nasıl olduğunu sorsa cevap veremezdi. Diyecek bir şeyi olmazdı.

Tekrar ayağa kalktığında bu sefer hiçbir şey dönmedi ama Luke yine de duvara tutunmayı tercih etti. Duvardan yardım alarak mutfağa ulaştı, ışığı yaktı ve buzdolabına doğru ilerleyerek buzluğu açtı. Orada en azından bir torba buz olacağını düşünüyordu ve haklıydı. Buz torbası orada duruyordu.

Luke torbayı aldı ve boynundaki döndüremediği kısıma bastırdı. Soğuk, tenine işlerken bunu umursamadan mutfaktaki masanın iki tarafına, karşılıklı bir şekilde koyulmuş sandalyelerden birine yerleşti ve buz torbasını bir süreliğine bırakıp masanın üzerindeki sürahiden kendisine bir bardak su doldurup onu içti, boz torbasını tekrar boynunun üzerinde tuttu. Ayağa kalktığında baş ağrısı daha da şiddetlenmişti. 

Girişteki, az önce kalktığı koltuğa tekrar oturdu ve sesinin kapalı olduğu ekrana baktı. Aptal bir aşk filmi izlemeyecekti. Masanın üzerinde duran kumandayı alıp kanalı değiştirdi, değiştirdi, değiştirdi ve bir haber kanalında durmaya karar verdi. Sesi biraz açtı ve spikerin haberi sunmasını bekledi.

"Siyasetin ne olduğu hakkında bir fikrim bile yok" diye mırıldandı çıkan habere karşı. "Tanrı aşkına, siktiğimin herifleri umurumda değil."

Tanımadığı birkaç adamın konuşmasından kesitler verilirken Luke boynunu hafifçe hareket ettirmeye çalıştı. Baş ağrısı her geçen dakika çoğalıyordu. Luke boynunu hareket ettirmeyi denemeyi kesti ve önündeki masaya koyduktan sonra işaret parmaklarıyla şakaklarını ovmaya başladı. Birkaç dakika boyunca bunu sürdürse de hayır, ağrı geçmemişti. Hatta Luke ağrının arttığını bile söyleyebilirdi. Kafasının içinde bir tür gürültü vardı ama bu sesin neye ait olduğunu çıkaramıyordu.

Baş ağrısı saniyeler içinde daha da şiddetlendi ve Luke buna dayanamayacağını düşündü. Kafasını öne eğip sakinleşemiyordu. Boynundaki ağrı buna izin vermiyordu ne yazık ki. Öfkeyle tek elini saçlarından geçirdi ve başındaki ağrıya lanetler savurmaya başladı. Birkaç dakika içerisinde aldığı nefesler kesik kesik bir hale gelmişti. Ashton'ın acıyı dağıtmakla ilgili anlattığı bir şeyi hatırladığında yanaklarına ve boynunu tırnaklarıyla çizmeye başladı. Siktir, Ashton. Bir boka yaramıyor.

Luke ayağa kalktı ve elini yüzünü yıkamaya karar verdi. Bedenine attığı çizikleri umursamıyor, banyoya doğru ilerliyordu ki bu çok zordu. Banyonun ondan uzaklaştığını düşünmeye başlamıştı ve baş ağrısından dolayı gözlerini bile açamayacak derecedeydi. Banyonun kapısına ulaştığında bacaklarının titrediğini hissetti ve yere düşmemek için elleriyle mermere tutundu. Musluk önünde duruyordu. Luke bir süre nefeslerini kontrol etmeye çalıştı ve bunu başaramadığını fark etti. Sanki aldığı tüm soluklar boğazına dizilmiş, bir engel oluşturmuşlardı. Ciğerlerinin zar zor oksijen aldığını hissedebiliyordu.

Başını zorlukla kaldırıp aynaya baktığında çığlığı banyoda yankılandı. Luke bakışlarını hızla ellerine çevirdi ve baş döndüren, kırmızı maddenin tüm parmaklarını kapladığını, bununla da kalmayıp teninde tırmaladığı her yere bulaştığını gördü. Yüzü kanlar içinde kalmıştı. Bir an bayılacağını düşünse de bunu bir kenara atmaya karar verdi ve musluğu açıp ellerini soğuk suyun altına soktu. Hızlı hareketlerinden dolayı boynunda bir ağrı oluşsa da bunu umursayacak durumda değildi. Tüm kırmızı sıvı lavaboya bulaşırken Luke bakışlarını aynaya çevirdi ama orada da kan içinde kalmış suratını görüyordu. Gözlerini kapatmayı tercih etti, elinin kandan arındığından emin olduğunda gözlerini tekrar açtı ve ellerine baktı. Tırnaklarının etrafındaki kan orada duruyordu. Akmıyordu, etrafa yayılmıyordu. Sadece orada duruyordu ama Luke kanın canlılığını görebiliyordu. Kurumamıştı. Orada dondurulmuş gibiydi.

Luke birkaç dakikalığına dondu. Dudakları bir şey söylemek için aralanmamış ya da yüzündeki, kollarındaki, boynundaki kanları temizlemek için hiçbir girişimde bulunmamıştı. Boş gözlerle tırnaklarına bakıyordu ve sonra bir şey hissetti.

Tüm bedeni buz kesti.

Anlatabileceği bir şey değildi bu. Sadece zihninin algılayabileceği bir şeydi. Tüm kanının çekildiğini düşündü ama bundan çok daha kötüsüydü. Bedenine bir bıçak saplanmış gibiydi. Ya da bir kurşun tam kalbine saplanmış gibi. Ama acıyı hissetmiyordu. Sadece o sıradaki şaşkınlık anı vardı. Kalbinin yerinden söküldüğünü, iç organlarının kan ile dolduğunu, ruhunun bedenini terk ettiğini düşündü.

Ve öldüğünü hissetti




*ölmedi* sadece hissetti

luke banshee falan değil bu arada

ve uzun giriş için üzgünüm, diğer bölümler kısa

sonradan eklenen not; bu hikayenin konusunu doğru düzgün anlatamadım ve bundan pişmanlık duyuyorum, beğenmemeniz olası

time of death || muke (+)Where stories live. Discover now