Bölüm 51 - Şerefe

26.3K 1.2K 150
                                    

Hayatın bizi nereye götüreceğini bilemeyiz. Kervandaki pire gibi devenin üzerinde tembelce konaklar, kamçı misali savrulan kuyruk darbelerinden sakınıp huysuz evimize daha fazla tutunuruz. Ne zamanki durduk, o zaman kaldırır başımızı bakarız etrafa. Belki bir rüzgar bizi savurur, devenin sırtından savurup kuma gömer. Belki de bir başka devenin sırtına savruluruz. Kuma gömülsek de yeni bir sahibe doğru savrulsak da yeniden kalkar, yeni bir ev buluruz, yolumuza devam ederiz.

Bu pirenin ve pire olmayı kabullenenlerin öyküsüydü. Ben hikayelerde eksik kalan, hatta hiçbir öyküde yer edinemeyen topraktım. Devenin toynaklarının altında bokla bir olmuş çamurdum. Devenin attığı her adımda kendimden bir parça kaybederdim. Belki de sahibin zoruyla ayrılmak, maceraya ara vermek zorunda kalırdım ama asla yok olmazdım. Sonsuza dek bölünür, acı çeker, savrulur ama asla ölmezdim. Bu toprağın lanetiydi. Bu benim lanetimdi.

Kırık cam parçalarına diktiğim bakışlarımı çekip ellerimi yıkadım. Pembeleşen su birikintisi birbirini yansıtan parçaların arasından kayıp tatlı şırıltısıyla kayboldu. 

Banyodan çıkıp makyaj masasına yürüdüm. Tüm bedenim yürümeye, nefes almaya odaklıydı aksi herhangi bir şey yapamaz gibi hissediyordum. Tarağa uzandım ve parça parça kafa derimi yolma arzusuyla sertçe saçlarımı taradım. Kendimle göz göze gelmekten korkmama rağmen nefretle baktığımı yüzümü parçalamak, kendimi öldürmek istiyordum. Her yanım bu kapkara öfkeyle kavruluyordu. 

Ben hiçbir zaman iradesine sahip çıkan mükemmel karakterlerden olmadım. Her seferinde yapmam dediklerimi yaptım, yaparım dediklerimden sebebi belirsiz şekilde uzaklaştım. Güçlü değildim, bunu biliyordum ancak hiçbir zaman kendimden nefret de etmemiştim. Şimdiye dek. Kendime bakarken hissettiğim tek şey öfke, pişmanlık, nefret ve onun silsilesine takılan milyonlarca farklı ve kötü duygunun ana malzemesiydi. Onunla olmak... Ona kendimi teslim etmek yaptığım en kötü şeydi. En berbatıydı. En rezili...

Dolabı aralayıp elime ilk geçen bikiniyi, elbiseyi ve sandaleti üzerime geçirip ıslak saçlarımı ördüm. Farkında olmadan simsiyah giyinmiştim. Bu sıcakta kavrulup gidecek olsam bile giydiklerime dikkat etmeye takatim kalmamıştı.

Odamdan çıkıp ağır ağır koridorları aşıp merdivenleri indim. Alt katta bir görevli yuvarlak masanın üzerine yeni siyah gülleri yerleştiriyordu. Bu kez üzerinde not yoktu ve güller kırmızıya çalıyordu. Son basamakları adımlayıp güllere uzandım. Kafide dokusu parmak uçlarımda parçalanırken enfes kokusu burnumdan girip beynime ve bütün vücuduma dağılmıştı. Bu güller gerçekten evimin gülleriydi. Bu güller evimdi.

Titreyen dudaklarımı birbirine bastırarak salona yöneldim. Güller kadar katran karası kire bulanmıştım ve beni kan bile temizleyemezdi artık. Her şeyden vazgeçip kendimi akışına bırakmak gibi gerçekçi bir seçeneğim vardı ancak bir türlü kabullenemiyor, bağrıma basamıyordum. Bana göre değildi. Akışın tersine yüzmek beni defalarca boğsa bile hep onun peşinden gitmeye kararlıydım. Hayatın, kaderin... Her şeyin tersine işlemeyi seviyordum.

Black'e doğru yürürken başını kaldırıp bana bakmadı. Sandaletlerim mermerin üzerinde tıkırdarken sessizliği delen matkap gibiydi. Ona doğru kararlı adımlarla ilerledim ve karşısında durdum. Dizine yasladığı tabletindeki e-postayı okumayı sürdürüyordu. Fotoğraf çekimindeymiş gibi bir kolunu koltuğun arkalığına atmış, saçları dağınıktı. Bu kadar güzel bir adamın böylesine vahşi olması ancak şeytanın oyunu olabilirdi. Belki de kıyametin habercisiydi.

Şeytanın ta kendisi olma ihtimali oldukça yüksekti.

E-postasını okudu, yanıtladı ve ancak o zaman başını kaldırıp bana baktı. Kendimi gülümsemeye zorlayarak avucum tavana bakacak halde elimi ona açtım. Yüzü ifadesizlik maskesini koruyordu. Önce elime sonra da gözlerime baktı.

Siyahın Vedası | KüllerWhere stories live. Discover now