Bölüm 61 - Şehr-i Su

11.1K 369 174
                                    

Christopher, onu tanıdığımdan bu yana etrafımda görmeye alışık olmadığım insanlar gibi davranırdı daima. Kimseye hesap vermek zorunda olmayan, başına buyruk, acımasız, duygusuz ve sadistti ancak hiçbir zaman tersi olabileceğini düşünmemiş, hayal etmemiştim. Neden bu hale geldiğini, onu bu hale neyin getirdiğini defalarca kez düşünmüş olsam da asla onu olduğundan farklı biri olarak hayal etmemiştim. Onun doğası buydu. Sorgulamaz ya da onu değiştirmeye çalışmaksızın onu olduğu gibi kabul etmiştim. Burada olmak için bahanelerimden birisi de ona olan merakımdı lakin bunun bana bu kadar sert duvara çarpma hissi yaratacağını bilseydim, belki de hiç denemezdim. Onu kabul etmeyi hiç istemezdim.

Dizlerinin üzerine oturduğunda tüm bedenim onun bedenine neredeyse birleşik olduğundan ben de onun bacaklarının arasında dizlerimin üzerine oturmak zorunda kalmıştım. Saçımı kavrayan elini indirdi ve kollarımı karnımın üzerinde sımsıkı sabitleyen kolunun üzerine örttüğünde gözlerimi havuza dikmiş bıçağı görmeyi umuyordum. Kalbim dört nala koşuyor, dudaklarım kurumuş ve saç diplerim ağrılıydı ancak ağrının en yoğun olduğu yer, alçılı elime döndüğümde başparmağımı saran alçının elimde ufalanmış, olduğunu gördüm.

Yanağını, omuz küreklerimin arasında hissettiğimde derin bir ürperti hissi tek bir noktadan aynı anda vücudumun tamamına nüfus etmiş, her bir parmak ucumda yankılanmıştı. Bu, yaşadığımız bir romantik an değildi. Onunla romantik anlar yaşayabilmem için ikimizin de aynı anda birbirimize aynı hisleri besliyor olmamız gerekliydi. Öfkemiz, sevgimiz, nefretimiz... Hissedebileceğimiz tüm duyguların karşılıklı ve tartışılamaz olması şarttı. 

Oysa Black'in yaptıkları haksızlıktan bir adım öteye geçemeyecek, insanın ruhunu emen ve hayat enerjisini çalan zehirli sarmaşıklardan farksızdı. Dilediği zaman, istediği kişiye, istediğini yapıyor ve bunun için kendini kimseye hesap vermek zorunda hissetmiyordu. Birini isterse sevebiliyor, isterse onu sonsuza dek reddedebiliyordu. Şımarık bir zengin çocuğu gibi uzandığı her şeyi alabileceğini ve istediği yere koyabileceğini düşünüyor, sadece düşünmekle kalmayarak yapıyordu. Bu onun kendiyle verdiği savaşta kendini haklı çıkarma biçimiydi.

Gözlerimi kapattım ve onun kollarından kaçmak için en mutlu olduğum anı düşünmeye çalıştım ancak bulması o kadar zordu ki? Babamla olan anılarımı artık neredeyse hatırlayamıyordum ve evimden, memleketimden kaçtığımdan beri doğru düzgün bir anım olmamıştı. Tek bir şey vardı. Zihnimin karanlıklarında belli belirsiz dalgalanan ağaçların hışırtısı ve yüzüme vuran güneşin sıcaklığını bana hissettiren, hatırlayabildiğim en mutlu anım diyebileceğim tek bir gün kalmıştı. 

Hayatımın hiçbir evresinde uçağa binemezdim. Yükseklikten korkmazdım ancak uçak beni çok fazla korkuturdu. Öyle ki Çin'e gitmem trenler ve otobüslerde yaptığım aktarmalarla neredeyse bir haftadan fazla sürmüş, Çin'den Amerika'ya gelmem ise gemi yolculuğuyla daha uzun. Kendimi bildim bileli bu her zaman böyle olmuştu. Aral'ın bunu öğrenmesi, bizim için İstanbul'da yeni bir ev bakmaya gideceğimiz zaman olmuştu. Uçaktan korktuğumu o zaman öğrenmiş, arabayla ev bakmak için İstanbul'a gitmiştik.

O zamanlar fazlasıyla bünyem hassas olduğundan uzun yolculuklarda arka koltukta oturamıyordum. Belki kıskançlıktan belki de kendine has başka sebeplerle Aral arabayı kullanmıştı. Yirmi saatten uzun sürmüştü yolculuğumuz. İstanbul'daki otele geldiğimizde Aral'ın gözleri kan çanağına dönmüş, beti benzi atmıştı. Yol üzerinde sık sık durup kahve molaları vermiş olsak da uykusuzluk direkt gözlerinden belli oluyordu.

Otele geldiğimizde yaptığı ilk şey duşa girmekti. O duştayken üzerimi değiştirip bisikletçi taytı ve uzun bir tişört giydim. Aral böyle giyinmemden nefret ederdi. Küçük bir çocuk gibi göründüğümü ve benim gibi birinin uyurken bile daha güzel giyinmesi gerektiğini söylerdi ancak hiçbir zaman ona kulak asmazdım. Asmayacaktım da. 

Siyahın Vedası | KüllerWhere stories live. Discover now