Bölüm 66 - Yangın

4.7K 277 179
                                    

Gidecek yeri olmayan insanlar ne yaparlardı? Hep yanlış yolları takip edip soluğu uçsuz bucaksız ormanda aldığında ne tarafa gideceklerine nasıl karar verirlerdi? Geri dönmek bir seçenekti elbette ancak ya yürüdükçe yollar arkalarından siliniyorsa, attıkları her adımda çıkmaz büyüyor ve tavşan deliği küçülüyorsa, nasıl karar veriyordu yolunu kaybeden insanlar? Onların yerine düşünmeye çalıştığımda hep kendimi karanlık ormana, sık ve dikenli çalıların ortasına atar ve yürümeye çalıştığımı hayal ederdim. Hep bir yol gösterici ay yukarıda, karanlığın içerisinde sana yol gösterirdi. Acı çekecektim. Dikenler beni yırtarken, tenimi bin parçaya ayırırken yürüyeceğimi hayal eder ve çıkmazın içinde kendime yeni yollar yaratacağımı düşünürdüm. Oysa dışarıdan bakması kolaydı. Sen hayal eder ve sen planlardın her şeyi. Görmediğinden orası senin için ormandı ancak çıkmaz gerçekte öyle değildi. Bir sokağı takip ediyordu insan o çıkmaza doğru yürürken. Karşısında duvarı görse bile geriye dönemezdi çünkü arkasından onu takip ederek gittiği yerleri kapatan duvarlar örüyordu kader. Sonunda merdiveni olmayan, köşesiz duvarları yağ kadar pürüzsüz çıkmazında sıkışıp kalıyordu. Tırnakları duvarları eşmek için yeterince güçlü değildi. O çıkmazda hiç kimse onun sesini duyamazdı.

Tüm yolları koşa koşa arşınlamış, tüm ihtimalleri nefes nefese test etmiş ve kendimi dört duvardan ibaret çıkmazın içine sokmuştum. Şimdi, duvarların tepesinde Ashley, bana onu getirmişti. Duvarları git gide yükseltme ihtimali olan o adamı, Aral'ı ancak yine de bu ihtimaldi. Aksini de yapabilirdi çünkü Aral beni severdi. Duvarları yıkıp bana yeni yollar açabilirdi. Beni bu yükten kurtarabildi.

Duvarları yükseltmemişti. Bana, o pis zeminde otururken elini uzatmıştı Aral. Bir bebek şefkatinde beni kucaklamış, oradan çıkarmış ve ondan uzaklara çekmişti. Bana kızgın olduğunu ve beni öldürmek istediğini düşünerek bazı geceler uyuyamasam da o, sadece beni oradan çekip çıkarmıştı. Sonra yine yardım istemiştim ve o yine, bir kez daha beni kurtarmıştı.

O karanlık ve korku dolu gecenin üzerinden bir hafta geçmişti. Black'i geride bırakmış, o cehennemden sıyrılmıştım.  İstediğim zaman kaçabilir, koşabilir ve istediğim yere doğru yürüyebilirdim. Artık tüm bunların bir önemi yoktu. Kendime bir haftadır aynı şeyi hatırlatıyordum. Bütün bunların bir önemi yoktu çünkü artık Wilmington'taydım ve... Burada Christopher yoktu.

Derin bir iç geçirerek sırt üstü uzandım. Tavandaki karolu aynada yastıkların üzerine dökülmüş kısa saçlarım, rengi yerine gelmiş yüzümle biraz da olsa iyi görünüyordum. Bu otel odasında uyandığım ilk gün aynadaki yansımamın göz altları mor, dudakları çatlak ve teni bir ölü kadar beyazdı. Yorganı üzerimden atıp banyoya girdim. Küveti suyla doldururken aynada biraz daha uzun kendi suratıma baktım. En son kendimle göz göze gelmemden bu yana o kadar uzun süre geçmişti ki niçin kendime bu kadar uzak kaldığımı anlayabiliyordum.

Eğer aynadaki ben ile konuşabilseydim, tüm bunları yapmamış olurdum. Eğer ona uzanıp, adımı fısıldayabilseydim mücadele edebilmeyi de bağırırdım ona ancak bir şekilde onu görmezden gelmiştim. Bütün bir hafta boyunca bunu düşünmüştüm. Niçin ona bu kadar katlanmıştım? Cevabı basitti. Kendimi cezalandırıyordum. Kendimi cezalandırmaktan başka bir şey de yapamazdım ancak hala kendime kızdığım nokta şuydu: Bu kadar büyük bir cezayı hak etmemiştim. Bunun altında farklı bahaneler vardı.

Kendimle bakışırken odamın kapısı çalındı. Ağır adımlarla kapıya yürüyüp araladığımda karşımda Aral duruyordu. Sakalları uzamış, içine çökmüş yanaklarını gölgelendiriyordu. Gözlerini gözlerime diktiğinde korkup gözlerimi kaçırdım. Artık insanların gözlerine bakmak şuraya dursun, yüzlerine bakamıyordum.

Siyahın Vedası | KüllerWhere stories live. Discover now