Bölüm 64 - Kurşun

9.7K 454 105
                                    


"Her insanın kalbinde hakikat gizlidir. Şartlar ne kadar karışık olursa olsun, diğerleri ona nasıl bakarsa baksın, ister kalbin derinliklerinde isterse yüzeyde olsun; hakikat kalpte gizlidir. Kalbe bir iğne batırıldı mı, gerçekler oradan fışkırır."

Che Guevara

Tanrı yeryüzüne indiğinde itaat edecek dört tür vardı: ateş, toprak, hava, su. Tanrı'nın irade verdiği varlıklar tüm bunlardan beslenip, ona ayak diretenler... Biz insanlar. İnsan denilen varlık kendine ve kendi yarattıklarına itaat etmekten, Tanrı'nın kim olduğunu anımsayamayacak kadar körleşmiştir. Tanrı kimdir, sorusuna insan avucunu açıp alnını secdeye koyarak ya da bankadaki sınırlarına itaat edecek kadar körleşmiştir.

Küçük köylerim küçük Tanrı'ları; bankası parası, tarlada dönümü fazla olanlardır. Ve küçük Tanrı'lar ne vaat ederse kulları ona itaat etmekten geri durmaz. Peki, Tanrı gerçekte kimdi? Neydi? Toprak mıydı hava mıydı? Cennet miydi cehennem miydi? Dünya, bizim için yaratılmış bir imtihan mıydı yoksa bizim Tanrı'dan kaçışımız mıydı? Neden buradayız? Ne yapıyoruz? Tanrı, gerçekten dualara yanıt verir mi yoksa biz, bize uygun görünen tiyatro metninde verilen görevleri uygulamadan ileri gidemiyor muyduk? Bu trajedi miydi yoksa dram mıydı?

Bana göre Tanrı, ne başını eğip secdeye kapanacağın ne pazara gidip günah çıkarabileceğin ne kendini açlıkla ve yoksunlukla sınayıp kabul görebileceğin ne de bir duvarın önünde ağlayarak ona yaranabileceğin bir yaratıcıydı. Seni buraya göndermesinin sebebi ne Havva'nın yediği yasak elmaydı ne de kendine rakip görmesiydi. Biz, yaratıldığımızda cennette değildik. Adem ile Havva gözlerini açtığında dünyadaydı. Buradaydı. Bizimle aynı havayı soluyor, aynı toprağa basıyordu. Burayı onlar için cehenneme çeviren, imtihan yeri belleyen şey hiç kuşkusuz evlatlarıydı. Kabil'in işlediği ilk günah, onların yasak meyvesiydi. Acı çekmeyen insan, asıl dünyanın hem cennet hem de cehennem olduğunu bilmez, Tanrı'nın/yaratıcının ona yardım edeceğini düşünürdü.

Tanrı, dünyayı yarattı ardından insanları içine koydu ve onlara bir kader çizip köşesine çekildi. Bu kaderde yazılı olan neyse, onu uyguluyorduk. Zarlar önceden atılmış, hamleler önceden planlanmıştı. Plana Kabil bile ihanet etmemişti.

Bu yüzdendir belki de ne yaratıcıma kızabiliyordum ne de ona dua edebiliyordum. Burası onun stüdyosuydu ve o ne derse biz onu oynamaktan, uydurduğumuz öteki hayatın varlığından emin olmaksızın yaşamaktan ve kendimizi o dünya için hazırlamaktan başka bir şey yapmıyorduk. Aral varsa benim için vardı. Ben varsam, onun için vardım. Black... Birileri, bir şeyler için vardı. Birini öldürmek, birini doğurmak üzerede geliyorduk. Yeşermemiş nefesleri söndürmek, doğuda yaşayacak hayatı batıya taşımak gibi ufak tefek de olsa görevlerimiz vardı. Planlıydı. Planlıydı planlı olmasına ama neden bizi yarattı. İbadet etmemiz için mi? Zaten ona kusursuzca itaat eden melekleri vardı. Biz var olduk da ne oldu? Şeytan, Tanrı'ya kafa tuttu. Tanrı, belki de en sevdiği oğlunu huzurundan kovmak ve sonsuz bir savaş içine girmek zorunda kaldı.

Peki biz insanlar... Bunun için mi vardık? Şeytan'ın ihanet edeceğini bilen Tanrı, neden bile bile bizi yaratmıştı? Neden ben, hiç var olmamak yerine bu bedende, bu azaba sıkışıp kalmıştım.

Kafamda dönüp duran deli sorular, varlığımın sorgulanması... Tüm bunlar kıvrımlarımın her santiminde dönüp dolaşıyorken nasıl olur da ona dua edebilir ya da isyan edebilirdim? Neden bana acı çektiren insanken, başımı yukarı kaldırıp ona kızabilirdim ki?

Evin önüne geldiğimizde Ashley'i tekrar aradım. Yolda olduğunu ve yirmi dakikaya ancak yetişeceğini söylemişti. Dışarıdan baktığımda oturma odamın ışığının açık olduğunu görebiliyordum.

Siyahın Vedası | KüllerWhere stories live. Discover now