Bölüm 53 - Ödül

16.9K 870 190
                                    

Bu kadın kimdi? Gözlerime bakıyordu. Ağzının kenarında kan ve kusmuk izi olan, gözlerinin feri sönmüş, yüzünde kimsenin kabullenemeyeceği o gülümsemeyle kucaklaşıp gözlerini üzerime diken kadın kimdi? Neden gözlerime bakıyordu? Neden beni taklit ediyordu? Niçin bana bu kadar benziyordu? Neden teni benim tenimden daha solgundu? Neden hastaymış ve her an ölecekmiş gibi görünüyordu.

Ayna bulmam gerekiyordu.

Bu kadın neden başımı çevirdikçe bana bakıyordu? Ayna... Ayna bulmam gerekiyordu. Bu pis kadının gözlerime bakmasından, beni taklit etmesinden bıkmıştım. Yutkundum. Ağzımdaki ekşimsi metalik tat boğazımdan aşağı inerken çalkalanan midem bir takla daha attı.

Sıkılı yumruklarım daha da sıkılırken çenem ağrımaya başlamıştı. Karşımdaki pespaye kadın, Black, Aral... Beni gören tüm insanlardan, bana dokunan bütün günahkarlardan, şaraptan, rakıdan... Bünyeme, bedenime zarar veren herkesten, gözleri gözlerime dokunanlardan... Hepsinden, herkesten nefret ediyordum. Beni bu kadar aşağılık hale düşürdüğü için Black'ten, kendimi ona meydan okumaktan alı koyamadığım için kendimden nefret ediyordum.

Günahkarım. Reddedemem. Günahlarımla yaşamayı, onlarla yanacak cehenneme kendimi hazırlamışken dünyadaki aşağılık insanların beni cezalandırmasından nefret ediyordum. Bana elini uzatacak biri bile yoktu. Tutunduğum tüm dallar kırık, bastığım tüm taşların altı boştu. Kendimi on dördümdeki kadar öfkeli, on sekizimdeki kadar yalnız hissediyordum. Bana kim yardım edecekti? Elimi tutmaya cesareti olan var mı?

"Sen, karşımdaki kadın, elimi tutmaya cesaretin var mı?"

Boğazıma dizilen düğümleri yutmaya cesareti olmayan bedenimi buradan sürükleyip kaçmaya zorlamak, bileğimdeki kelepçeyi kendimi yaralamak pahasına koparıp atmak cesaret isterdi ve ben artık kendimde  cesaretin zerresini bulamıyordum. "Hadi, Melek," diye fısıldadım ruhunun kulağına. Ruh ikna olmadan beden kanmıyordu beynin söylediği ırzına geçilmiş yalanlara. "Kurtar kendini, Melek."

Hayatım boyunca hep insanlar bir şeyler söyledi bana. Bir şeyler fısıldadı, yaptırdı. Kendi kurallarımın dikine ilerlemekten, değersiz bedenimin yaralanmasından gocunmadım lakin tavlada doğru düzgün atılmayan zar gibi bileğim havada, elim tahtanın içindeyken işlediğim en büyük ayıp kendimeydi. Rakibimeydi.

Kadın gülüyordu.

"Neye gülüyorsun?" diye sorarken dizlerimin tehditkar titremesine hakim olamadan öne doğru birkaç adım sendeledi. Dudaklarının kıvrılışı dahi beni taklit ediyor ancak bir türlü bana cevap vermiyordu. Gülümseyişime, bağırışıma, haykırışıma, gözyaşlarıma... Acıma eşlik eden aksim bu kez susuyordu.

"Neden bana cevap vermiyorsun?" diye bağırdım yumruklarım sıkılı. Kulaklarımda Amerika'ya ayak bastığım ilk gün bekleme salonda dinlediğim alelade piyano ve çellonun eşsiz sevişmesinden kalan ışıltılar yankılanıyordu. Cümlelerim kuru, nefesim sığ yere oturmuş, hiç bitmemesini dileyerek üç dakikayı üç asra bölüp dinlemiştim. Avuçlarım parçalanacak kadar alkışlamaktan bir an dahi olsun pişmanlık duymamış, duymayacaktım.

Her sarhoşluğun bir bedeli vardı. Kırk gün kabul olmayan duaların acısı kırk birinci gün çıkar gibi geçirilen her sarhoş vaktin bedelini insanın bedenine, ruhuna kamçılayarak işliyordu.

Yumruğumu bembeyaz mermere vurdum "Söyle hangimiz daha suçlu?" diye bağırdım. Karşımdaki kadın ellerini mermere vurmuş, kusmuk ve kan dolu izlerle kendini mühürlemişti.

"Neden susuyorsun?" diye sordum. Başını yana eğdi. Gözleri mahzun, yüzü kırıklarla doluydu. "Bana neden cevap vermiyorsun?" diye sordum.

Siyahın Vedası | KüllerTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang