Bölüm 54 - Temas

13.1K 727 201
                                    

Sımsıkı kenetlenmiş parmaklarımı teker teker açıp kapatırken parmak uçlarım dışında bütün bedenim kaskatı kesilmiş, hareketleri kontrolsüz ve sapkındı. Kalbim patlayacak gibi atarken ruhum bir köşesine çekilmiş hıçkırıklarla ağlıyordu. Ne yapacaktım? Aynı soru zikzaklar çizerek beynimin içinde bir sağa bir sola gidiyor, aklımın kalın duvarlarına çarpa çarpa kendi kanını çekinmeden etrafa bulaştırıyordu. Arta kalanımın kendine acıması yoktu.

"Melek,"

Titredim. Doğruydu. O... Aral buradaydı. Peki Black neredeydi? Ashley beni nasıl bu kadar çabuk bulmuştu? Neden kendime bunları soruyordum?

Soğuk parmakları saçlarımın arasına karışıp ensemi kavradığında dokunduğu santimlerden aşağı soğuk ürpertiler ardı ardına acımasız bir celladın elindeki kırbaç darbeleri gibi sırtıma çarptı. Ondan kaçmak ve onun kollarının arasında soluklanmak arasında sıkışıp kalmıştım. Elimi uzatsam tutar mıydı?

"Melek," adımın sonunda havada asılı kalan devam hissi üç noktayı manevi olarak koymuş, teknik açıdan yavan kalmıştı. Parmakları enseme kenetlenip bir parmağını uzatarak çenemin altından bastırdı ve başımı kaldırmaya zorladı. "Beni istedin, işte buradayım. Bak bana," dedi.

Gözyaşlarım yanaklarımdan iznimi istemeksizin süzülürken dirseklerime kenetlediğim parmaklarımı açarak ona gitmesini işaret ettim. Hareketlerini göremediğimden reflekslerimi kontrol edemedim. Hangi ara olduğunu kavrayamadığım bir anda açılan parmaklarımı sımsıkı avcuna hapsedip beni kendine doğru çekti. Aldığım soluk ciğerlerimde takılıp kalamadan ayaktaydım. Tokalaşır gibi ellerimiz ortada birleşmiş, iki hırslı müdür gibi birbirimize bakıyorduk. Onun kahverengi gözlerine asılı kalmış sadece bakıyordum. Gür ve biçimli kaşları çatılmış, gözlerinin kenarlarındaki kaz ayakları üç çizgi halinde ince ince kendini belli etmişti. Gözlerim şakaklarına kaydı. Bir yahut iki tane beyaz saç, yeni çıkmış sakallarının arasında birkaç tutam gizliydi.

Göğsüm sıkışıyordu. Karanlık onun tişörtünün kara renginden etrafa sıçrayıp yıllardır dişimle tırnağımla yarattığım, Black'in bile bozmasına izin vermediğim aydınlığı hançerliyordu. Her bir yandan sıçrayan kırmızı karanlık giderek koyulaşıyor, geceyi gündüze buluyordu. Kirlettiği tek şey dünyam değildi.

Elimi çekmeye çalıştıkça daha sıkı tutundu. Adımlarım geriye doğru sendelerken "Özür dilerim," dedim. Gözyaşlarım ince ince yanaklarımdan süzülürken elimi tekrar bileğime götürmüş, bilekliği çıkarmak için çabalıyordum. Aral'ın yüzüne bakmamın imkanı yoktu. 

"Bunu demek için mi çağırdın beni?" diye sordu üzerime doğru korkusuz tek adımını atarken.

Başımı iki yana salladım "Özür dilerim," dedim tekrar. Ben zavallı bir insan oğluydum. Korkaktım. Aral, nasıl yaklaşırsa yaklaşsın bana onu tek bir yanında görmeye kendimi öylesine koşullamıştım ki üzerini örten perdeleri aralamaya zahmet etmemiştim. Black ile tanıştıktan sonra... Black'i sevebildikten sonra Aral'ın yüzüne bakamıyordum. 

Başını yana yatırdı "Çağırdın," dedi. Kahverengi gözleri birer kor parçası olup göğsümün iman tahtasını paramparça ederek yüreğime düştü. Kalbimdeki sızı öylesine kuvvetliydi ki titredim. Nefesim kesilir gibi oldu. Dudaklarımı aralayıp yüreğime iki dem nefes çekmek uğruna çabalarken elim göğsüme yapıştı. Artık bakıyor ancak karanlıktan başka hiçbir şey görmüyordum. Etrafta karanlık, kanlı ışık birer hançer olup bedenime saplanıyordu.

"Dayanamıyorum," diye mırıldanırken nefessiz kendimi yerde buldum. Kalçalarım ikinci kez soğuk mermerle çarparken göğsümdeki ağrı daha da arttı. Sanki orada manevi değil de daha çok dünyevi bir yara vardı ve ben nefes aldıkça har yanımı kan revan bırakarak kanıyordu. Elimi onun avcundan çekmeye çalışırken "Neden herkes benden bir parça koparmaya çalışıyor. Neden herkes yamyam gibi beni yemeye çalışıyor," dedim bakışlarımı onun spor ayakkabılarından çekmeden.

Siyahın Vedası | KüllerWhere stories live. Discover now