Bölüm 72 - Acı

2.7K 242 248
                                    

Camdan dışarıya, dikiz aynasındaki suratıma bakarken tıpkı Black'ten kaçtığım gün aynada gördüğüm gibi görüyordum kendimi. Bir başkasının bedeninde, bir başkasının arkasında duruyordum ve gördüğüm yüz benim değildi. Bir perdenin arkasında bakıyordum sanki dünyaya. Tenimin değdiği hiçbir şeyi gerçekten hissetmiyor, başka bir pencereden bakıyordum dünyaya. Gördüklerim başkasının gözlerinden bana akıyor, duyduklarım başkasının kulaklarından bana geliyordu. 


Gözpınarlarım adeta çöl kadar kuruydu. Ağlıyordum ancak tek bir damla gözlerimden aşağı süzülmüyordu. Bedenim günlerdir uyumuyor gibi yorgundu ancak uykuya dalamayacak kadar çok ağrım vardı. Ağrılarım sadece bedenimde yankı bulmuyordu. Zihnimde, ruhumda, parmak uçlarımdan saçlarımın dibine kadar her zerremde acıyı hissediyordum. Kıvrılmak, yumak olmak ve parçalara ayrılıp ufalmak istiyordum. Yok olmak istiyordum. Artık benim için yaşıyor olmanın ya da ölü olmanın birbirinden bir farkım yoktu. Yıllar önce babamı gömmüştüm, onun toprağa verilişini izlemiştim. Etrafımdaki insanlar acı çekerken ne olduğunu anlayamayacak kadar küçüktüm. Babam gelmedikçe ağladım ta ki bir daha asla gelmeyeceğini idrak edene kadar. O gün, canımı başka bir şeyin yakamayacağını düşünürdüm. Daha büyük bir acı tadamayacağıma inanırdım. Yanılmışım. 

Hem de çok yanılmışım.

Arabanın kapısı açıldığında gözlerimi araladım. Gün çoktan doğmuş, arabaların üzerine vuruyordu. Arabalardaki insanlar uyanmış, etrafta dolaşıyorlardı. Aral bana kapağını açtığı suyu uzattığında elinden alıp birkaç yudum içtim. Elinde biri küçük diğeri büyük iki alışveriş poşeti vardı.

"Gel," dedi inmem için bana yer açarken.

Soğuk havanın tenime çarpmasıyla ürpermiştim. Arka koltuktan kabanımı aldığında ricada bulunmadığı açıktı. Yüzümü buruşturarak arabadan indim ve kabanı üzerime geçirmesine izin verdim. Kabanın düğmelerini birer birer kapattıktan sonra büyük alışveriş poşetinden  uzun ve kalın bir atkı çıkarıp boynuma tek kat doladı ve başıma bir bere geçirerek gözüme gözlükleri taktığında tepki vermek istesem de hiçbir şey yapmadım. Ona bir şey sormak, cevabını beklemek vakit kaybı gibi geliyordu. Hayatımda bir şeyi değiştirmeyecekti.

Tekrar arka kapıyı açıp çantasını omzuna taktı ve elini belime koyarak beni arabaların arasından geminin ön tarafına doğru adeta sürükledi. Birkaç basamak tırmanıp güverteye vardığımızda etraf kalabalıktı. Açık alandaki masalardan birine oturduk. Bana paketlenmiş sandviçlerden bir tanesini uzatıp yanına da kolayı bıraktı. Kendi sandviçini paketinden çıkarıp önce kokladı, kokusu pek hoşuna gitmemiş olsa da bir lokma alıp çiğnemeye başladı. 

Etrafıma bakındığımda denizin ortasında değildik artık. Karayı görebiliyordum ancak fazlasıyla uzaktaydı. Elimin tersiyle önümdeki masada duran sandviç ve kolayı ittim ve kollarımı masaya yaslayarak başımı kollarımın üzerine koydum. Bir şey yemeye, hareket etmeye ya da en basit işim olan nefes almaya bile artık tahammül edemiyordum.

Kolasını açtığını, yudumladığını ve tekrar masanın üzerine koyduğunu duydum. Bir süre sessiz kaldıktan sonra "Ne planlıyorsun?" diye sordu. Başımı kaldırıp beni öldürmek için oradan oraya sürükleyen, artık ne hissettiğimi bilmediğim adama döndüm ve sadece bir süre suratına bakıp tekrar başımı kollarımın arasına gömdüm. Param, pasaportum ya da kimliğim yoktu. Hepsi Aral'daydı ve o bana bunları vermediği sürece hiçbir şey yapamazdım. Kimliğimi ve pasaportumu verse bile beş kuruş param olmadığı için karaya ayak bastığım yerde takılı kalırdım.

"Ne hissediyorsun?" diye sordu bu kez. Başımı bir kolumun üzerine yaslayıp işaret parmağımla masanın kare desenleri üzerinde gezerken bir müddet kendime ne düşündüğümü sordum. Beynimin içi okyanus gibiydi. Her yandan bir tehlike ve acı bana göz kırpıyor ve ben o okyanusun içinde çırpınmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum.

Siyahın Vedası | KüllerWhere stories live. Discover now