Bölüm 56 - Kaçışın Yok

15.9K 684 159
                                    

Evrende, bir karıncanın dünya üzerinde kapladığı kadar yer kaplayamıyorken başımızı dışarıya uzatıp nasıl korkusuzca etrafı merak etme, inceleme hakkını kendimizde buluyorduk. Küçük olmaktan daha kötü bir şey daha var mı? Elbette. Koskoca evrende; uyduların, yıldızların, galaksilerin ve bir yığın daha büyük ve sonsuz topluluğun içinde biz insanlar olarak yalnız kalmak en kötüsü. Bu yüzden her yıl boşluğa bir el uzatıyoruz, yalnız olmadığımızı bilmek için. Acı gerçek hiç olmadığı kadar sert.

Yalnızız.

Yasak meyvenin bedeli dünyada fani yaşama sıkışıp kalmaktan ziyade dünyada, küçücük mavi gezegende yalnız kalmak. Bu dünyaya hapsolmak... Yalnız olduğumuzu kabullenmeyip her yıl biraz daha fazla uğraşarak uzattığımız elimizi birinin tutmasını beklemek... Yalnız mıyız? Bu koskoca evrende? Sınırsız boşlukta? Evet, yalnızız. Ve daha kötüsü ne biliyor musunuz? Buraya sıkışıp kaldık. Ölmüyoruz. Öldüğümüzü sanıyor ancak gözlerimizi bir başka bedende, bir başka varlık olarak aynı dünyaya açıyoruz. Bir başka varlık olarak yaşamımızı sürüyor, ölüyor ve tekrar doğuyoruz. Bu koskoca ıssız ve yalnız dünyaya hapsedildik.

Black'e hapsedildim.

Kendimi büyük sandığım o dünyada aslında iğne ucu kadar etmeyecek bir alan kaplarken nerede ve ne zaman olduğunu bilmediğim bir hata yüzünden faniliğe, reenkarnasyona mahkum bir başıma, yardım çığlıklarım yanıtsız kalmıştım.

Yanıtsızlığa inandırılmıştım.

"Tüm masallar böyle başlar küçük bir prens ya da prenses vardır. Ama sadece bir tane, sanki dünya üzerinde onun boktan küçük sorunlarından başka bir şey olmayacakmış gibi yaşayan bir prenses yahut prens.  Lakin kahramanımız küçük bir kasabın dondurucu dolabında, hayvan leşlerinin ve pıhtılaşmış kanın arasında, annesi ölümün eşiğinde bir sağa bir sola mekik dokurken doğacağı tutmuş bir prens," diyerek başladı. Bir masalcı edasıyla kolunu dizinin üzerine atmış, gözlerini sanki bambaşka şeyleri görüyormuşçasına önüne dikmişti.

Burnumu havaya kaldırırken "Anlatmak istemiyorsan anlayışla karşılarım," dedim lakin bu dilime yapışmış iki gram kibarlık yalanından ibaretti. Bana yaptıklarının yanında şu an karşımda şu kadar zorlanıyor olması bile doyum sebebiyken bunu bitirmek israf olurdu.

"Yola çıktık bir kere, dönmek olur mu, Melek?"

"Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın," dedim. Yüzüme yayılan gülümseme bana cılız lakin bir o kadar da içime işleyen anımın iplerini koparıp suyun üzerine çıkmasına müsamaha gösterirken dudaklarımı büktüm. Bana kaşlarını çatmış, kurduğum cümleyi anlamaya çalışırken "Dinliyorum," dedim. Ambulansın otoparktan çıkıp uzaklaşmasını izlerken yüzümdeki kaslar belli belirsiz seğiriyordu. Dudaklarım mutlulukla kıvrılmak isterken bir yanım bunun aksini savunuyordu.

"Dilin için fazla uzun bir dinleme cümlesiydi," diye iğneledi.

"Bir atasözü söyledim,"

İç geçirdi "Hadi eve gidelim," dedi.

Kalkmaya yeltenirken "Devam etmeyecek misin?" diye sordum.

"Evde devam ederim," dedi

Başımı iki yana sallarken "Hayır, lütfen devam et," dedim.

Gözlerini kıstı. Gözleri yüzümde dolaşırken zihninde bir şeyleri ölçüp tartıyor, ne olduğunu anlamlandırmaya çalışıyordu. Boş verdi ve önüne dönüp gözlerini diktiği şey her neyse onun parçalanışını izliyormuş gibi kedere boğuldu.

Siyahın Vedası | KüllerWhere stories live. Discover now