OmA 🔴 30

2.2K 192 41
                                    

"Hazal birden ona kadar bir sayı tut." dedim Hazal'ın karşısındaki koltuğa geçip bağdaş kurarak otururken.

"Tuttum."

"Tamam, şimdi bırak." deyip hunharca kahkaha atmaya başladım. Hazal dehşetli yüz ifadesiyle "Sen eskiden bile bu kadar iğrenç espri yapmazdın." dediğinde elimi kalbimin üzerine koyup "Çok kırıldım." dedim.

"Neden sen bardak mısın?" diyerek espri yaptığını sanan Hazal'a en kral esprilerimden birini yolladım. "Hayır, tabağım." ve yeniden hunharca güldüm.

"Senin kaval kemiğinle kaval çalarım, gülme şöyle." dediğinde yüzümü buruşturdum. "Lütfen attığın tehdidin, iç sesimin bir oyunu olduğunu söyle! Çünkü yaptığın tehditle gözümde gittikçe küçülüyorsun. Beynimi hunharca katlettin..."

'Küçükken seni bıraktığımız camiden nasıl geri döndün?' bakışı atarak telefonuyla ilgilenmeye başladı. Yanına oturup telefonunda ne yaptığına baktığımda Cem'in fotoğrafına bakıyordu.

"Gamzesi belediye çukuru gibi." deyip güldüm ve göz ucuyla ne tepki vereceğine baktım. "Olsa olsa bok çukuru olur, kawazaki ile ezdiğimin çocuğu." dediğinde yine gülüp saçını çektim. "Neden sinirlendin çocuğa?"

Elini suratıma savurup "Git başımdan." dedi. Eli burnumu delip geçmeseydi başından giderdim. "Lan bi bak burnuma birşey olmuş mu?" diye söylendiğimde elini gözüme sokarcasına uzatıp "Al yüzüğümden bak, ayna gibi ya..." dediğinde elini önümden ittirerek yanından kalktım.

"Ben yan tarafa geçiyorum."

"Ne halin varsa gör." oflayarak evden çıkıp sözde karşı komşularımızın kapısını çaldım. Cem açtığında göz kırpıp içeri gir işareti yaptı. "Barış nerede?" diye sessiz bir şekilde sordum. "Uyuyor, malzemeler hazır. Başlayalım istersen?" kafamı olumlu anlamda sallayarak bilgisayarın başına oturan Cem'in yanına geçtim.

'Çılgın heykır Cem, Seray'ı coşturuyor.' diyen iç sesimi zorla susturup Cem'e odaklandım. "Cem napıyorsun?" normal bir sesle sorduğu soruyu Cem benden daha normal bir sesle yanıtladı. "Barış'ın Facebook'una giriyorum."

"İyide ilk önce şifresini çözmen gerekmez mi?"

"Ha yok ya, ben dün Barış'a dedim ki Barış facebook şifreni ver Seray istiyo oda dedi ki nahveririm yaz girer dedi." sinirle dudağımı ısırdım. "Yavrum sen mal mısın? Dalga geçmiş seninle. Hadi heykırlığını konuşturup bul şu şifreyi." hevesle konuştuğumda, benim hevesimden zerre kadar olmayan bir ifadeyle suratıma baktı. "Ben hacker değilim..."

"...Çünkü mal insanlar hacker olamazlar!" diye cümlesini tamamladığında bana içimi ürperten bir bakış attı.

"Eğer o bakışlarını benim kızımın üzerinden çekmezsen, o bakışların için başka bir yer bulacağım." Barış'ın sesiyle dudağımı ısırarak ona döndüm. "Adamım şifreni ver yoksa yumruklarım yüzünde yeni bir şekil oluşturacak." dedim kendimden emin bir ifadeyle.

"Şekil oluşturan tek şey seni öperkenki yüz ifaden." dedi alayla. Kızarıp morarmadan önce ayağa kalktım ve yumruğumuda kaldırdım. "Son kararın mı? Çünkü yumruklarım yüzünle öpüşürken bu sefer surat ifadesi değişen sen olacaksın."

"Ama sen bana kıya-" cümlesini kesen şey, yüzünün şeklini bozan yumruğumdu. Acıyıp acımadığı için endişelenmeyi sonraya bırakarak gözlerine baktım.

"Şifreyi ver."

"Beni öpersen veririm." sırıtarak arkamı döndüm ve işaret parmağımı Cem'e uzattım. "Cem sana diyor. Kalk öp şunu da şifreyi versin." dediğimde Cem kaşlarını kaldırıp indirdi. Bu da demek oluyor ki 'Eğer benimle uğraşmaya devam edersen sevgilinin dudaklarını, senin dudaklara yapıştırırım.' Evet, evet. Bir kaş hareketinden komple bu cümleyi çıkarmıştım.

"Şifre Serış" diye kulağıma fısıldayarak yeniden odasına girdi. Büyük ihtimalle tekrar uyuyacaktı.

Facebook'una girip ilk önce profil fotoğrafına yorum yapan kızlara küfür ettim, arkadaşlıktan -kız kardeşi de dahil- bütün kızları çıkardım ve son olarak 'numaranı versene' temalı mesajlara da 'sevgilim var, yol al' diye cevap yazarak facebooktan çıktım..

Facebook mis gibi olmuştu. Şimdi yapmam gereken tek bir sey vardı. Serış'ın anlamını düşünmek...

Şifreye bakılırsa iki veya daha fazla kelimenin birleşimiydi. İlk önce annesi kız kardeşi ve onunkini komple tek tek birleştirip denedikten sonra olmadığını fark edip rastgele kendikimle birleştirdim.

Bingo!

Se-r-ış. Ayy çok tatlı yaa diye tepkisini koyan iç sesime gülümsedim ve gülümsememi yüzümden silmeden Barış'ın odasına girdim. Uyuyordu. Ama böyle normal bir şekilde değil, bildiğin yüzüstü uzanmıs, yorgan yastık yerde uyuyordu. Sessizce gülüp kafamı sırtına koydum ve üzerine uzandım. İlk uzanışımda betonun üzerine uzanmışım gibi bir etki yarattı ama sonradan çift kişilik yataktan bile daha rahat olduğunu fark ettim.

Çocuğun sırtı bile cooldu be. Ben bununla ne yapacaktım? Anlaşılan birkaç kural koymam gerekiyordu. En başta denize tişörtle girmek ve okula giderken kafaya çuval geçirmek gibi ufak tefek kurallar.

Mükemmel değildi. İlahi bir güzelliği de yoktu. Ama seviyordum işte. Kahverengi gözlerini, sıcacık kalbini, güven veren kollarını, koklamaya kıyamadığım kokusunu...

Ve sanırım bunlar kendime yaptığım en büyük itiraflardı.

"Barış..." dedim nefesim boynunu yalarken. "...Seni hep seviyorum." çünkü benim için önemli olan çok yada az sevilmek değildi. Hep sevilmekti.

"Seray..." dedi oda aynı ses tonuyla. Nefesim kesildi. Uyanıktı ve ben ona seni seviyorum demiştim öyle mi? OmA!

"...Bende seni hep seviyorum." dediğinde kalbim resmen ulusa sesleniş yapmaya başladı. "Kalbine söyle biraz yavaş atsın, omzum delindi." diye de ekledi gülerek.

Umarım hep değil de, sonsuza kadar severdik.

Oh My Allah 🔴Where stories live. Discover now