HİRAERTH BÖLÜM:12

3.5K 103 4
                                    

Gögle liderinin dudaklarından dökülenler, ölümün çürük kokusu gibi yayıldı etrafa. Klanlar kokuyu almış, dehşet dolu ifadelerle açtıkları gözlerini gökyüzünün etrafında dönen gardiyanlara dikmişlerdi.

Gardiyanlar saldırı için hazırlanırlarken, Scorlas akrepleri beklemedi. Gökyüzüne doğru uçan dev akrepler, bir meteor yağmuruna benziyordu. Tek farkı düşmesi yerine, çıkmasıydı.

Scorlas akrepleri gökyüzünde geniş bir halka oluşturduğunda,  gözlerini kan tutkusu kör etmiş olan vampirler beklemedi. Gardiyanlar akreplere doğru harekete geçerken,  akrepler ucundan zehir damlayan keskin kıskaçlarıyla saldırıya karşılık veriyordu.

Vampir dişleri, bir akrebin derisini delemez ya da parçalayamazdı. Fakat akrepler, bıçaktan daha keskin olan kıskaçlarını vampirleri öldürmek için kullanabilirlerdi. Yine de en güçlü vampirlerden olan bu gardiyanları yok etmeleri oldukça zordu.

Lebis'in sorumluluğu altında olan Ecrafsch vampirleri, onların iki katı büyüklüğündeki gardiyan vampirlerle mücadele edemiyor gibiydi. Teker teker gökyüzüne doğru uçan vampirler giderek artıyordu. Lebis, vampirlerinin gittiğini fark edince, olduğu yerde güçlü bir çığlık attı.

"Sizi korkaklar!  Geri dönün! " diye bağırdı.  Lacivert kanatlarını açıp, kaçan vampirlerinin peşinden gitmek için harekete geçtiğinde, bir gardiyan önüne çıktı. Lebis,  ne kadar kaçmaya çalışsa da başarılı olamadı ve gardiyanın kollarının arasında kaldı.

"Çek ellerini üzerimden! " diye bağıran ses, Lebis'ait değildi.

Alex, bir gardiyanın kollarının arasında sıkıca tutuluyordu. Gardiyan, bilerek Alex'in yaralı kanadına baskı yapıyor, zevkle sırıtıyordu. Alex, gardiyanın kollarının arasında ters dönüp, boğazına saldırdığında gözlerim şaşkınlıktan kocaman olmuştu.

Yüzünün şekli değişirken, gözlerim daha da irileşiyordu. Gözleri küçüldü ve siyah iki nokta halini aldı. Burnu varla yok arasında gibi birşeydi. Çünkü başı tıpkı bir akrebin başına dönmüştü. Vücudu bir vampire ait olsa da başı tamamen akrepti. Vampir dişlerini gardiyanın boğazına sapladığını gördüğümde, dişlerinin ne kadar uzun ve kalın olduğu dikkatimi çekmişti.

Alex, keskin dişeriyle gardiyanın boğazını parçalaraken, cam kadar şeffaf olan dişleri giderek daha koyu bir hal alıyordu. Dişlerinde akreplere özel zehir dolaştığını anladığımda, gardiyanın gece karası teninin grileştiğini gördüm. Teni çekilen, boğazı parçalanan gardiyan yere yığıldığında, Alex annesini tutmaya devam eden gardiyana dönmüştü.

Dişlerinin ucundan çenesine doğru akan kanlar vardı. Kanların siyah olmasının nedeni zehirden kaynaklıydı. Kan ve zehir akıntılı dişlerini göstererek hırladığında ise, gardiyan Lebis'i serbest bıraktı. Alex, annesini kendine çekip, üzerine doğru gelen gardiyanlara baktı. Sayıca o kadar fazlaydılar ki, Alex'in hepsiyle baş etmesi imkansızdı.

Scorlas Lideri, onu tutan gardiyanın boynunu hızla hareketlerle kırıp, öldürdü.  Ona doğru yaklaşan gardiyanlar o kadar fazlaydı ki, çoğunu göremiyordu.

Alex, babasının kıskacından tutup, kendine doğru çekti. Artık akrep kafasına sahip değildi.

Alex ve Lebis, Scorlas liderini ortalarına alıp, bir üçgen oluşturduklarında amaçlarını anlamamıştım. Scorlas akrepleri de bu çemberi fark edip, üçünün etrafını sardılar. Hınca hınç dövüşen akrepler, yaralanmıştı.

Scorlas lideri gümüş kıskacını beton zemine sapladığında, duyulan çatlama sesi büyük bir gürültü yarattı. Scorlas lideri harektlerine daha hızlı bir şekilde devam ediyor, ard arda vuruyordu beton zemine.

Okulda akreplerin tarihi hakkında öğrendiğim bilgiler hızla kafamda uçuştu. Scorlas lideri bu şekilde toprak altından yer altındaki bütün akreplere ulaşacaktı. Scorlas lideri, toprağa henüz erişemediği için daha hızlı vurdu kıskacını. O sırada yer bir kez daha çatırdamıştı.

Gardiyanlar Scorlas liderinin ne yapmak istediğini anladıklarında hızlandılar ve hepsi birden üstlerine saldırdılar.

Ne olduysa o anda oldu.

Çatırdayan zemin, içeri doğru çöktü ve derin bir çukur oluştu. Alex ve Lebis çukura doğru düşerken, Scorlas lideri havaya oldukça yükseğe zıpladı. Ona saldıran iki gardiyanı, kıskaç darbeleriyle yarattığı çukura fırlattı.

"Bütün gardiyanları serbest bırakın!  Hepsini bırakın! Derhal! " diye bağırdı Gögle lideri, dehşet dolu bir sesle.

"Alex! " diye bağırdım, benden çıkmasına imkan veremediğim güçlü bir sesle.

Çukura doğru hareket etmeye çalışsam da, başarılı olamamıştım. İad, beni sıkıca tutuyordu. Ona birşey olmayacağını bilmeme rağmen, desi gibi endişeleniyordum. Endişelenmemek, bir kitabın yüz yetmişinci sayfasındaki bir kelimeyi dahi okumadan bakmak kadar zordu.

Yarıktan fırlayan kızıl akrepler, hava da uçan gardiyanları göz açıp kapanmalık bir saniyede yakaladılar.  Kızıl toprağın izlerini gözlerine bulaştıran kızıl gözlü akrepler, vahşi bir şekilde, büyük bir nefretle, gardiyanlara saldırıyorlardı. Sayıları çok fazlaydı ve giderek daha da çoğalıyorlardı. Alex, Lebis'i kucağına alarak, oluşan çukurdan çıktığında, derin bir nefes aldım. Yaralı kanadıyla zar zor uçsa da, daha iyi görünüyordu.

Alex, annesini bırakmadan, Sigori liderlerine doğru uçtu. Tehlikeli bakışlarını onlara diktiğinde, her birinin cesedi göründü gümüş gözlerinde.

"Gardiyanlarınızı çekin! " diye kükrediğinde, gürültüye rağmen sesi keskin bir şekilde etrafta yankılandı. "Ölüm istemiyorum. Geri çekilin ve gitmemize izin verin! "

"Gidin! "

Gölge liderinden çıkan öfkeli ses, oldukça netti. Alex, usulca başını sallayıp, babasına döndü. Ve akrep dilinde birşeyler söyledi. Scorlas lideri diğer akreplere döndü ve oluşturduğu çukura atlayıp, ortadan kayboldu. Diğer akrepler de onu tekrar ettiler. Derin çukur olduğu gibi dururken, tek bir akrep dahi kalmamıştı etrafta.

Alex, annesini yere doğru indirdiğinde, gardiyanlar Sigori liderlerinin önüne dizilmişlerdi. Yüzlerce olan gardiyanlardan şuan yalnızca 43 tane kalmıştı.

Alex, adımlarını bana doğru yönlendirdiğinde, Lebis dehşet içinde bana bakıyordu. Alex ise babama ve abilerime aldırmadan beni kollarının arasına çekti. Kollarımı sıkıca boynuna doladığımda, kimse umrumda değildi. Ben ve Alex dışında birşeyin önemi yoktu. Burnumu boynuna gömdüm ve rahatlatıcı kokusunu içime çektim. Kanla karışık çamur kokusu, beni mayıştırmaya başlamıştı bile.

"İyi misin?" diye sordu, çıplak sırtımda ellerini dolaştırırken.

"Gayet iyi. " dedi İad, benim cevap vermemi umursamadan. Beni Alex'in kollarından çektiğinde,  bir an boşluğa düşer gibi oldum. Öfkeli gözlerimi İad'a çevirdiğimde, ters bakışlarla Alex'e bakıyordu.

"Biz prangalıyız farkında mısın? " diye sordum İad'a ters ters bakarken. İad bana öylesine öfke dolu bir bakış attı ki, az önce söylediğime anında pişman oldum.

"Ve O çok sinir bozucu. " dedi Stella, İad'a tıpkı bana da baktığı gibi küçümseyerek bakarken, beni İad'ın kollarından çekip aldı.

Alex'in yanına gittiğimde, bize doğru süzülerek gelen annesini gördüm. Gözleri kuşkuyla bende dolaşırken, sinsi sayılacak bir gülümseme yüzüne yayıldı. Kadının bu gülüşü karşısında kaşlarımı çatarken, tam karşıma geçti.

"Demek kendine Hiraerth'in kızını prangaladın.  Akıllı oğlum benim. " dedi Lebis, Alex'in omzuna dokunurken. Bir an afallayarak suratına bakakaldım. O ise sırıtarak bana bakmaya devam etti.

"Beyritte, sonunda seni buldum!"

*

Vampir Yasaları 1- Hiraerth | TamamlandıWhere stories live. Discover now