Signal Fire.

1.5K 103 0
                                    

Arabayı son sürat sürmeye devam ediyordum. Nereye gittiğimi bilmeden hızla yolda süzülüyordum. Gaza daha da yüklendim. Çevredeki her ev, her araba, her ağaç, her şey hızla yok olup giderken ben de yok oluyordum. Böyle sürmeye devam etsem, günlerce hatta aylarca, kimsesiz bir deniz kıyısına ulaşır mıydım? Kimsenin adımı bilmediği yerlere... Yeni bir isim bulurdum ya da tanışmak zorunda kalmamak için kimseye yaklaşmazdım, bir zaman sonra ben de unuturdum adımı, kim olduğumu.

Yirmi yaşında, bugüne kadar istediği her şey yapılmış, herkes tarafından ilgi duyulmuş, hayatın hiçbir anında sıkıntı çekmemiş bir adamdım. Hayatı tatil gibi yaşayıp bitmek tükenmek bilmeden eğlenen insanlarla çevrili hayatımda mutsuz olacak, sıkışıp kalacak bir durum yoktu. Tabii, dünya hakkında hiçbir şey bilmeyip sığ gibi yaşayan insan toplulukları için.

Uğraş didin farklı şeyler yapmak için,

üç kişi ya da beş kişi anlar.

Ve zaman, ve zaman farklı yüzlerle,

bazen yanında bazen arkanda...

Yalan diye bir şey yok,

gördük ama konuşmadık.

Ve hayat her şey yoplundayken dur dedi artık.

Ve hayat herkes evindeyken dur dedi artık.

Ve hayatın canına taketmişti sus dedi artık.

Ve hayat...

Kırık düşler, aynı yalnızlık.

öyle azaldık ve yıprandık ki...

Kafamız karışık değişmek zor,

dünya yıkılsa anlamazlar...

Nereye gittiğimi bilmeden ilerlediğim saatler sonunda, çalan şarkıyla fark ettim, sığınağa gidiyordum. Nerede olduğunu benim dışımda bilen -şimdi çok uzaklarda olan- tek bir kişinin olduğu yere.

Sapancaya ulaştığımda hangi yoldan dönmem gerektiğini hatırlamaya çalıştım, buraya gelmeyeli üç yıla yakın olmuştu. Toprak yola sapınca yavaşladım, neredeydi bu ev. Hoş, Sude ev dediğimde 'Ev değil bu, sığınak. Baksana şuna kutu gibi.' diye kızardı. Ağaçların arasında kaybolmuş halde buldum, eski dostumu. Arabayı yolun kenarına park edip koşar adım yürüdüm. Gölün karşısında yalnız, yaşlı ama dik duruyordu. Boğazımdaki sızıya aldırmadan ilerledim. Kapı, itince gıcırdayarak ve beni toz içinde bırakarak açıldı. İçerisi tozlu ve havasızdı, kapının önüne bi taş koyup açık kalmasını sağladım. Her şey yerli yerindeydi. İki bölmeden oluşuyordu, küçük bir odanın içinde yatak ve çekmeceli bir dolap giriş kısmındaysa küçük bir divan vardı. Şöminenin karşısındaki yerler minderlerle kapıydı ve lavabo ve tezgahtan oluşan bir mutfak vardı.

Odaya girip üçüncü çekmeceyi açtım, Sude'nin hırkası, şalı bir de pijamaları vardı. Hiç dokunmadan kapattım, en alt çekmecede kovboy şapkam ve babamdan aşırdığım pipo vardı.Sude'yle içmeye çalışıp kokusuna dayanmadığımızdan vazgeçmiştik. Mutfağa yöneldim, dolaplarda bir iki tabak ve şarap kadehleri vardı ve bir şişe şarap. Açılmamış olmasına sevinerek kadehlerden birine doldurdum.

Kadehi ve şişeyi alıp dışarı çıktım, gölün karşısına oturup şaraptan bir yudum aldıktan sonra  kadehi havaya doğru kaldırdım. "Tadı hala bozuk vişne suyuna benziyor ve sensizken hiçbir anlamı yok."

Ask Me To StayWhere stories live. Discover now