SEN LEYLA'SIN 🕸️ 34

7.1K 527 75
                                    

Yeniden karakolun içindeydik. Bir pencerenin kenarında dizlerimizi kalorifer radyatörüne dönmüş halde sanki her şey kâbusmuş da uyanmışız gibi, karakolda değilmişiz, ardımızda, çevremizde onlarca insan yokmuş gibi pencerenin kenarına koyduğumuz çay bardaklarını izliyorduk. Dakikalar geçmişti ama ne pencereyi buğulandıran çaylarımıza dokunmuştuk ne de tek kelime konuşmuştuk. Başımı yeniden Zaydan'ın omzuna koyup gözümü kapattım.

***

Gece yarısını geçiyorken Derya, Derya'nın kocası Melih, Yağmur Apartmanı'nın apartman görevlisi, ifadeleri alınmak üzere karakola getirilmişlerdi. Derya çok korkmuş görünüyordu. Bana da biraz kızgın gibiydi. Kocasının gözündeki morluğun sebebi de Noyan'ın yumruğu olmalıydı. O ifade verirken iki defa araya girip özür dilemiştim ama beni duymazlıktan gelmişti. Bildiklerini, olanları anlattıktan sonra karakoldan çıkacakları zaman yanına gidip yeniden özür dilemiştim. Çok şaşırdığını, çok korktuğunu söylemişti sadece. Sonra da karakoldan çıkıp gitmişlerdi. Muhtemelen Derya bir daha beni görmek istemeyecekti. Bu üç buçuk ayda tanıdığım birkaç kişiden tek dürüst kişi çok hızlı kaybolup gitmişti. Kaybetmeyi çok iyi öğrenmiştim. Belalar başınızda dolanıp duruyorsa, yaralanmışsanız sanki bulaşıcı hastalığınız varmış gibi insanlar panikle kaçıyorlardı yanınızdan.

Derya'nın gidişini izlerken kaza gününden bir sahne düşmüştü aklıma. Ben acıyla yerde yatıyorken sesim çıkmadığından elimi uzattığım halde o kızıl karanlığın içinden Ali de böyle uzaklaşıyordu. Noyan'ın hikâyesinden bir parça olan Nefise, denen kadın da böyle aceleyle kaçmıştı yanımdan.

Ne durumda olursanız olun sizi terk etmeyecek birileri varsa onların kıymetini kıyamete dek bilmek lazımdı. Bizi ayakta tutan denge bu insanlardı. Düşerdik, kalkar gene devam ederdik. Her düşüşümüzde birileri elenir birileri eklenirdi can hanemize. Ben de bu ağır imtihanların ardından insanları teorinin ötesinde pratikte tanımaya başlamıştım.

*****

Çocukken İstanbul'da bir fuara gitmiştik. Kalabalıkta gösterilere dalıp annemle babamı kaybetmiştim. Benim tek başıma ağladığımı gören bir adam elimi tutup polise götürmüştü beni. Polis anons yapıp annemle babamı güvenliğin olduğu bölüme çağırdığında annem de babam da telaşla girmişlerdi kabine. Sonra annemin bana bir sarılışı vardı... Gene öyle sarılıyordu. Ama bu sefer gözyaşları çok daha fazlaydı. O gün annem bıraktığım gibi karşıma dikilmişti. Aynı kadın, aynı kıyafet... Bugün ise annem değişmişti. Sanki gözleri çökmüş, yüzünde derin çizgiler oluşmuştu. Birkaç yıl önce içine sığmadığı için neredeyse yırtacağı bir sarı elbisem vardı, belki şimdi denese rahatlıkla o elbiseye sığardı. Çok zayıflamıştı. Babam da daha iyi görünmüyordu. Eski tonton yüzü çökmüş, hep hatırladığım o göbeği kaybolmuştu. Saçlarındaki aklar daha da çoğalmış, gözlerinin altında siyah halkalar oluşmuştu. Çağrı daha da büyümüştü sanki. Ama o güzel bebeksi yüzü ağlamaktan kızarmış, gözlerinin altı çökmüştü. Kaşları çatılmış halde ablasına ne olduğunu, bunu kimin yaptığını sorup duruyordu. Ergen kardeşim üç buçuk ayda ablasını koruyabilecek koca delikanlı olmuştu.

Değişmişti. Çok şey değişmişti. Acı çeken sadece ben değildim. Leyla'nın ardında ona ağlayacak, nerde olduğunu soracak kimsesi yoktu. Ama Gülfem bir aile bırakmıştı ardında. Önce koruma Ali tarafından kaçırıldığımı, kamyonet kaza yapınca o dereye düşüp patlamayla öldüğümü düşünmüşlerdi. Sonra kurtulmuş olabilme ihtimalime inanmışlardı. Libya'da Zaydan'ın adamları beni görünce yaşadığıma emin olmuşlardı. Ama neden ortaya çıkmadığıma, Tarık'la Mahmut'tan neden kaçtığıma bir türlü anlam verememişlerdi. Birilerinin beni tehdit ettiğini düşünmüşlerdi.

SEN LEYLA'SINWhere stories live. Discover now