★10★

2.6K 194 43
                                    

Yoğun bakımın önünden bir an bile ayrılmayan Kaleli ailesi Fırat tarafından zar zor ikna edilmişlerdi. Tahir dışında herkes uyumak için eve gitmişti. O da Fıratın yüzüne bakamadığından kantinde oturmuştu. Hala neler olduğunu anlamamıştı. Nefesin ormanda ne yaptığını, kiminle karşılaştığını, kimin neden ona ateş ettiğini bilmiyordu. Diyelim ki, görmemesi gereken bir şeyler görmüştü ya da manyağın biriyle karşılaşmıştı. Neden üç kurşun? Neden ölümü garantilenmişti? Bilmiyordu. Bildiği tek şey Nefesin o halinin gözlerinin önünden gitmiyor oluşuydu.

Kendisi aptal gibi Mercanla sözlenirken Nefesin yanında olamaması delirmesine neden oluyordu. Belki de her şey ihale yüzünden olmuştu. Kim bilebilirdi ki? Ve buna sebep olan aile şen kahkahalar eşliğinde zaman geçiriyorlardı Nefes yaşam savaşı verirken. Hazmedemiyordu. Yaşanan hiçbir şeyi hazmedemiyordu. Öfkeyle derin bir nefes aldığında bakışları kantine gelen Aliye takıldı. Yüzündeki acı dolu ifade hastaneye geldiklerinden beri azalmamış, hatta bir ara ağladığını bile görmüştü. Nefesi ne kadar sevdiğini o zaman anlamıştı Tahir. Öyle ki, öfkesini, nefretini gözardı edip kızı hak ettiğinden emin olmuştu.

Ali kendine olan nefretinin eşliğinde alıyordu her nefesi. Onu nasıl yalnız bırakmıştı? Hayatının tehlikede olduğunu bildiği halde böyle bir hatayı nasıl yapmıştı? Kızı ormanda kanlar içinde buluşunu hafızasından silemiyordu. Hele de "Kalelileri koru," diye acıyla fısıldayışı... Canı geçmesi imkansız şekilde yanıyordu. Öfkeyle yumruk yaptığı elini duvara geçirip yere çöktü. Doktorun söyledikleri zihninde kendini tekrar edip dururken sakinleşmesi imkansızdı zaten. Küçük bir ihtimal demişti doktor. Yaşaması için küçük bir ihtimalin olduğunu söylemişti. Yani Nefesin uyanıp uyanmayacağı belli değildi.

"Yalvarırım..." diye fısıldadı. "Yalvarırım bunu bana yaşatma. Nefessizliği yaşatma bana. Bir kez kaybettim zaten. O çocukla birlikte bir kez öldü. Uzakta da olsa en azından kalbi atıyordu, biliyordum. Beni bundan mahrum etme. Diğer türlü... Diğer türlü kendimi affedemem."

"Evlat?"

Fıratın sesiyle başını kaldırıp yaşlı adamın çökmüş yüzüne baktı. Dün geceden bu yana on yıl geçmiş gibi hali vardı. Öyle yorgun, öyle tükenmiş. Hoş, Alinin de ondan farkı yoktu ya.

"Müdürüm?"

"Ne yapıyorsun burada? Hem eline ne oldu?"

"Yaşar, değil mi müdürüm? Nefes güçlüdür. Vazgeçmez, değil mi?"

Yaşlı adam yorgun bedenini duvara yaslayıp Alinin yanına oturdu. Her zaman güçlü olmak gibi zorunluluğu olduğundan acısını bile hakkını vererek yaşayamıyordu. Bir tek eski ekibinden olanların yanında çaresizliğini saklamak zorunda değildi, biliyordu. Çünkü sadece onlar birbirlerini kendilerinden bile iyi tanıyorlardı.

"Bilmiyorum, evlat. İlk kez bilmiyorum. Eski Nefes olsa ölüm onu görünce arkasına bakmadan kaçardı ama şimdi... Bilmiyorum. Nefes çok değişti. O çocuğun ölümünü atlatamadı. Kendini suçlamayı bırakamadı. Büyük ihtimalle ölüm tercih edeceği bir kaçıştır."

Eskilerden bir anı adamın gözlerinin önünde hayat bulunca acıyla gülümsedi. Gerçekten bu kadar çok mu değişmişti Nefes?

"Bana gizli görevdeyken şöyle bir şey demişti. Ben ölümden korkmam, Ali. Hele de şehit olacağım, tabutumu kan kırmızı bayrakla sarıp sarmalayacak olan ölümden hiç korkmam. Onur duyarım. Ölümden kurtuluş yok, biliyorum ama bu... Ölümün en kahpece hali, müdürüm. Ölümden sırf şehit olacak diye korkmayan biri savunmasız haldeyken yediği üç kurşunla ölmemeli. Olmaz. Biz bunu hak etmedik. Nefes gibi onurlu bir polis bunu hak etmiyor."

{Tamamlandı} Ölümle Aşk Arasında|NefTah|Where stories live. Discover now