- D O K U Z -

842 100 41
                                    

"Bulabildiniz mi onu Zayn?"

"Ben Niall'la okula baktım, Liam da şehir merkezine gitti ama yok bulamıyoruz."

"Bir gelişme olursa haber verirsin." deyip telefonu suratına kapattım

Dört saat olmuştu. Dört saat. İki yüz kırk dakika. On dört bin dört yüz saniye. Benim onu son görmemin üstünden bu kadar geçmişti. Ve ben kafayı yiyecek gibi hissediyordum. Koltukta onu öpmemin hemen ardından kalkıp koşarak dışarı çıkmıştı. Ben kendime gelip peşinden çıkana kadar çoktan gecenin karanlığında kayıplara karışmıştı. Eğer salak gibi koltukta arkasından bakmayıp hemen dışarı çıksaydım kaybolmayacaktı. Bu saatte dışarı çıkmaya alışık değildi ki o. Ya başına bir şey geldiyse? Karanlıkta yolunu kaybettiyse? Evin yolunu bulabilecek miydi?

Kafamı sallayıp kötü düşünceleri uzaklaştırmaya çalıştım. Odaklanmam lazımdı. Nereye gitmiş olabilirdi ki? Okula Zayn ve Niall bakmıştı, orada değildi. Yine de içim rahat etmeyince arabamı çalıştırdım ve okula sürmeye başladım. Ailem onu bana emanet edip gitmişti ve ben ilk günden onu kaybetmiştim. Aman ne güzel.

Okula vardığımda boşa zaman kaybettiğimi fark ettim. Bütün binaları aramıştım, okulun etrafına da bakmıştım ama ondan bir iz yoktu. Neden çekip gitmişti ki? Bu kadar mı hoşlanmıyordu benden? Yüzüme bile bakamayacak kadar. O da haklıydı tabi, benden başka kim kardeşini öpmek isterdi ki?

Sinirle arabaya dönüp kafamı direksiyona yasladığımda aklıma hastane gelmişti. Ne kadar düşünmek istemesem de başına bir şey geldiyse orada olabilirdi. Arabayı hastanenin yoluna döndürüp gaza bastım.

Hastanenin önüne geldiğimde arabayı yolun kenarına bırakıp girişe koştum. O sırada banktaki bir karaltı dikkatimi çekti. Ona benziyordu ama karanlıkta çıkarmak zordu. Hızlı adımlarla yanına gittim.

"Harry?" Sesim bir fısıltı gibi çıkmıştı ama o duymuştu. Kafasını kaldırıp bana baktığında yeşillerinin etrafının kırmızı olduğunu gördüm.

"İyi misin?"

"Lütfen git Louis." Ne sanmıştım ki, kollarıma atlayacağını mı?

Bankta önüne diz çöküp ellerimi dizlerinin üzerine yerleştirdim.

"Sensiz bir yere gitmiyorum. Şimdi soruma cevap verir misin?" Burnunu çekti.

"İyiyim. Lütfen. Yalnız bırak beni."

"Niye kaçar gibi gittin evden?" Onu yalnız bırakmak gibi bir niyetim yoktu.

"İstemedim çünkü."

"Neyi?"

"Beni iyi hissettirmek için kendini bir şeylere zorlamanı istemedim!" Ayağa kalkıp bağırmıştı. Ben de onuna birlikte kalkıp karşısına geçtim.

"Ne zorlamasından bahsediyorsun Tanrı aşkına!?"

"Beni öpmenden bahsediyorum Louis, sence!? Sırf ben iyi hissedeyim diye yapıyorsun. Bir daha yapma bunu, lütfen." sonlara doğru sesi kırılıp yere çökmüştü. Derin bir nefes alıp ben de yanına çöktüm. Kovalamaca oynuyorduk sanki bir oraya bir buraya.

"Haz, bir daha düşünmeden karar verirken önce bana haber ver. Bugün zorla hiçbir şey yapmadım. Diğer günlerde yapmadığım gibi." Baş parmağımla yanağında yaşları sildim.

"Ama rahatsız olduysan bir daha böyle bir şey yapmam, özür dilerim." Ayağa kalkıp elimi uzattım. "Şimdi evimize gidelim mi?"

Elinden tutup sürükleyerek arabaya götürdüm. Kapıyı açıp binmesini bekleyip kendi yerime geçtim. Telefonumu çıkarıp çocuklara Harry'i bulduğumu yazıp arabayı çalıştırdım. Yol boyunca camdan dışarıyı izleyip bir kere bile bakışlarını bana çevirmemişti. Arabayı garaja soktuğumda eve girdi. Peşinden içeri girdiğimde merdivenlerin başında duruyordu.

Hard Not to Fall | Larry ✔Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz