- O N B İ R -

827 101 55
                                    

⚠️ Uyarı (taciz/tecavüzden bahsetme) Rahatsız olacak kişiler işaretlediğim kısmı atlayabilir.

"Louis? Lou neredesin?"

Harry'nin titrek sesini duyduğumda Anne'i salonda bırakıp yukarı koşmuştum telaşla. Odaya girdiğimde yatakta doğrulmuş, ağlamaktan şişmiş gözlerle etrafa bakıyordu. Beni gördüğünde kalkmaya çalışmıştı ama izin vermeden hızlıca yanına oturdum.

"İyi misin?" Beni kendine çekerken kollarını boynuma dolamıştı sıkıca.

"Gittin sandım." Başı boyun girintime yaslıyken göz yaşları cildimi ıslatmaya başlamıştı bir kez daha. Sırtındaki kollarımı sıkılaştırıp iyice bastırdım onu kendime.

"Buradayım güzelim, gitmedim hiçbir yere. Sakin ol." Birkaç dakika sonra ağlamasının şiddeti geçtiğinde kafasını boynumdan kaldırıp gözlerime baktı. "Beni göndermeyeceksin o eve değil mi?" Gözlerimi kaçırıp kısa bir süre ne yapabileceğimi düşündüm. Babası onu görmek istiyorsa benim elimden ne gelebilirdi ki?

"Harry, senin doğum günün 1 Şubat'ta, değil mi?" Başını olumlu anlamda salladı. "O zaman 18 olacaksın ve gitme zorunluluğun olmayacak. Tek sıkıntı o zamana kadar nasıl oyalayacağımız." Cevap vermeden önce burnunu çekmişti.

"Hasta olduğumu söylesek?" Ağlamaktan kızarmış masum yeşillerine çevirdim bakışlarımı.

"İki buçuk ay boyunca hasta kalamazsın, bu inandırıcı olmaz Harry." O sırada aklıma gelen şeyle oturduğum yerde duruşumu dikleştirdim ve hafifçe gülümsedim.

"Bu hafta hasta olduğun bahanesiyle iptal etsek, onun yerine haftaya onları akşam yemeği için çağırsak nasıl olur? Hem ben de yanında olurum sürekli, her neyden korkuyorsan olmasına izin vermem." Bakışlarından pek emin emin olmadığını anlamıştım.

"Bu yemek biraz oyalar zaten onları, sonra da gitmek istemediğini söylersin. Annen seni göstermediği için dava bile açacak olsalar, ki pek sanmıyorum zaten ama onlar bununla uğraşana kadar senin doğum günün çoktan gelmiş olur."

"Peki, öyle olsun." Saçlarını son bir kez öptükten sonra ellerinden tuttum ve yavaşça ayağa kaldırdım. "Şimdi yüzünü yıkıyoruz ve aşağıya iniyoruz. Annen aşağıda, seni merak etti öyle birden çıkınca." Onu yavaşça koridorun sonundaki ortak lavabomuza götürdüm ve yüzünü yıkamasını bekledim, daha sonra da dolaptan çıkardığım küçük beyaz bir havluyla yüzünü kuruladım. Havluyu astıktan sonra ona dönüp yüzünü iki avcumun içine aldım. "Artık ağlamak ve kendini üzmek yok tamam mı? Seni üzen, korkutan ya da herhangi bir şekilde moralini bozan bir şey olursa bana geliyorsun."

Gözlerime bakmak için başını eğdiğinde ben de ben de ona bakmak için başımı kaldırdığımdan yüzlerimiz arasındaki mesafe azalmıştı. Ağlamaktan şişmiş ve kızarmış dudaklarına istemsizce baktığımda yutkundu, ben de daha fazla dayanamadım ve ensesinden tutarak onu kendime çektim. O da itiraz etmeden eğildi ve dudaklarını bir kez daha benimkilerin üstünde hissettim. Ancak bu sefer hemen çekilmemiş, üst dudağımı emmeye başlamıştı. Dudaklarının tanıdık kiraz tadını alınca sırıtarak ona karşılık verdim. Bir süre sonra öpüşmemiz ateşlenmişti. Geriye doğru bir adım attığında sırtı duvarla birleşene kadar onunla birlikte hareket etmiştim. Daha sonra bacaklarını belime sardığında ellerim onu tutabilmek için kucağımdaki poposuna gitmişti ve bu hareketimle ağzıma doğru hafif bir inleme bırakmıştı.

Dudaklarından çıkan sesle kendime gelip nefes almak için kendimi geri çektiğimde o da başını kaldırdı. İkimiz de nefes nefese kalmıştık. Baş parmağımı hepten şişmiş alt dudağına götürdüğümde sordum.

Hard Not to Fall | Larry ✔Where stories live. Discover now