=5=

72 9 186
                                    

Eğik yazılar iç sesleri temsil ediyor, daha önce söylemiştim ama hatırlatayım dedim.

Yazar bakış açısı...

Taeyang hala ayakta dururken Hwiyoung dilini yutmuş gibiydi, o kadar arkasından konuştuğu, kötü davranacağını söylediği kişinin o olduğuna hala inanamıyordu. Hayatın karşısına çıkardığı tesadüflerden gerçekten nefret etmeye başlamıştı, olmamalıydı, olamazdı ona göre. Bir gün önce hiç sesini çıkarmadan o ne derse yapan, bir çocuk misali onu sessiz bir şekilde takip eden kişinin böyle biri olduğuna inanmak istemiyordu.

Hwiyoung, Sunwoo ile aynı sene girmişti sınava. Ama Sunwoo gûl avlamayı öyle bir kafaya koymuştu ki sınavda en yüksek ikinci skoru yaparak 3. Sınıftan başlamıştı, şimdi ise 4. Sınıfı yarım dönemde tamamen bitirerek stajyer dedektif olma hakkı kazanmıştı. O çok değişmişti, akıl sağlığı gerçekten bozulmuştu ama K.H.B en iyi(!) stajyerlerinden birini kaybetmektense bunu saklamayı tercih etmişti.

Ki aslında o sınavda en yüksek sonucu yapan ve en büyükleri olan Youngbin'in de böyle bir sorunları vardı, ama Sunwoo'nun aksine psikolojik durumu onun içine kapanmasına neden olmuştu. Hatta geçen sene destek alıyordu bu yüzden, ama bu derslerini etkilediği için bu sene şiddetle belirtmişti gitmek istemediğini, ilaç almasına rağmen hiçbir etki göstermemişti ilaçları onda. Hwiyoung onu bu durumdan kurtarmak istese bile elinden bir şey gelmiyordu.

İşte bu yüzden sınavdan onların ki kadar yüksek puan alan herkesin ya gûllere takıntılı ya da psikolojik açıdan iyi olmayan tipler olduğunu düşünüyordu. Ama yanında oturan mavi saçlı çocuğun da onlardan biri olduğuna inanmak istemiyordu, beyni ise buna inanması için her şeyi yapıyordu. Küçüklüğünden beri mantıklı bir insan olmuştu, kolay kolay hisleriyle hareket eden biri olmamıştı hiçbir zaman. Bu nedenle duygusal olarak bu kadar çaresiz hissettiği anlar çok azdı, az olduğu için nasıl başa çıkacağını da bilmiyordu.

Belki de her zaman yaptığı gibi kalkanlarını kaldırmalı, duvarlarını yine örmeliydi. Evet bunu yapabilirdi, kalkanlarını kaldırır ve onun sunbaesi olmaktan fazlası olmazdı. Bir gün önce ki davranışlarından sonra Taeyang'ın bu durumu garipseyeceğini çok iyi biliyordu. Masum davranışlarıyla gözünü boyamasına izin vermeli miydi bilmiyordu, ya da bunun boyama olup olmadığını söyleyemiyordu. Davranışları o gün o kadar samimi görünüyordu ki sanki bir melekle karşılaştığını düşünmüştü.

Karar vermekte ilk defa bu kadar zorlanıyordu. İlk defa duyguları, düşünceleri ile yarışabilecek kadar güçlüydü. Kaybetmekten korktuğu için hayatına birilerini kolay kolay almazdı, arkadaş sayısını olabildiğince az tutardı ve onları iyice tanımaya çalışırdı. Daha dün gördüğü birine bu kadar çabuk açılması ne kadar doğruydu.

Daldığı ve bir türlü çıkamadığı düşüncelerinin arasına giren sinir bozucu zil ile geldi kendine. Bütün bir dersi kendi beyni ile savaşarak geçirmişti, dolayısıyla dersi dinlemediği için kendisine kızmakla meşgul olacaktı ders arasında da.

Çenesini sıraya yaslayıp etrafına bakmaya başladı, tabi bakışları boştu. Kendine kızma faslı daha bitmediği için boş boş gözlerini etrafta gezdiriyordu, tabi bununda bir sonu vardı. Gözlerinin tekrar gördüğü o an Taeyang'ın kendisine attığı kaçamak bakışı yakaladığı andı, Taeyang'ın etrafa arada birde kendisine dönen gergin gözleri, bakışlarında ki endişeye rağmen kaybetmemişti içinde ki parıltıyı.

Ne düşündüğünü anlamak Hwiyoung için çokta zor değildi, dün ona o kadar iyi davranmıştı ki sanki 100 yıldır tanıyıp sevdiği biriydi. Ama bugün onu görmezden gelişi, bunun yanında birde onunla göz kontağı bile kurmamış olması şaşkına çevirmişti onu. Hatta dün ki halinden sonra Hwiyoung onun şuan ki davranışları yüzünden belki az bile olsa üzüldüğünü düşünmeden edememişti. Herkes aynı mıydı? İki kişi öyle diye hepsi öyle olmak zorunda mıydı? 

yìwài ^hwitae/Rochan^Where stories live. Discover now