29

28 7 0
                                    

Aslan gözlerini aile odalarında açtı. Ada hemen yanında, annesi ise onun solundaki koltukta belirmişti saniyeler içinde. Kendi üzerindeki şık takım gibi simsiyah elbiseler giyiyordu iki kadın da. Annesi salona girmeden önce Ada'nın üzerinde son kontrolleri yapar, saçını düzeltip elbisesini çekiştirirken onları izledi Aslan yüzünde bir tebessümle. Kız kardeşi onun yokluğunda tamamen kendini toparlamış, o sağlıklı, ışıl ışıl kıza dönmüştü yeniden. Üzerindeki jileyle dikkat çekici, minik bir hanımefendiydi bugün. Aslan ona bakarken kalbini ısıtan sevgiyi kontrol edemiyordu.

Annesi ise... ondaki değişimi nasıl ifade etmeliydi Aslan? Hala bir açıklama bulamıyordu gözünün önündeki gerçeklere. Ada kadının hastalığının geçmeye başladığını ona ilk söylediğinde kardeşine inanmamıştı. Oysa annesi geçen her günle zamanı geriye sarıyor, kaybettiği anları bir bir ömrüne katıyordu. Yıllardır parça parça eriyen bedeninin edindiği yeni güçten beslendiğine şüphe yoktu. Yer yer yok olmuş saçları şimdi omuzlarına dökülen gür buklelerdi. Gözleri Aslan'ın ancak çocukluğundan hatırladığı bir pırıltıyla bakıyordu yeniden dünyaya.

Aslan bu hayatta en değer verdiği ruha yeni bir can bahşeden güce müteşekkir olması gerektiğinin farkındaydı. Annesini ona geri vermişti Çember'deki ritüel. Belki de kadının yeniden doğmasını sağlamıştı. Ama tüm bu değişimi başlatan bir damla kanı düşünmek... Annesini her gördüğünde o kanın aktığı damarların kime ait olduğunu hatırlamak... İşte Aslan'ın boğazını sıkan, minnet duygusuna rağmen içindeki canavarı kışkırtan lanet buydu. Bağlı kalmaya cesaret edemeyeceği tek kişiye borçlu bırakmıştı Tanrı onu.

Düşünme! Unut! Çıkar aklından!

"Abi, sen gelmiyor musun?"

Aslan daldığı düşüncelerden Ada'nın sesiyle uyandı. Annesinin araladığı kapının önünden ona bakıyordu kız merakla. Basamakların sonunda onları karşılayacak melezleri düşününce bir an diğer tarafa yönelip kendini Çember yerine Flame'e atmayı hayal etti Aslan. Annesi nazik bir uyarı niteliğinde boğazını temizlediğindeyse kaderini kabullenip sandalyeden kalktı ve onların arkasından salona girdi. Henüz toplantının başlamasına vakit olduğundan içerisi nispeten boştu. Erken gelmelerini özellikle istemişti Yosef. Aslan'ın kaybettiği güveni diğer melezler arasında yeniden toplaması gerekiyordu.

Attığı ilk adımda anında üzerine çevrilen bakışlar yaşlı adamın tam olarak neden bahsettiğini anlamasına neden olmuştu Aslan'ın. Kuşku vardı o bakışlarda. Yer yer öfke, bazen nefret, bolca acıma... Onlara ne söyleyebilirdi ki Aslan? Hele de Melissa'nın Şeytan'ın tarafına geçtiğini öğrendiği böyle bir günde... Kızı diğer melezlerden koruduğu gece dün gibiydi. Aynı Çember'in ortasında, aynı suratların arasındaydı Aslan o gün de. Gözleri kalbinin fısıldadığını görmeyi reddetmişti. Bir parçasıymış gibi savunuyordu Melissa'yı onu uyarmaya çalışan herkese rağmen. Bir parçasıydı çünkü. Ve Aslan şimdi koparıp attığı o kanserli parça olmadan devam etmek zorundaydı yoluna. Vazgeçtiğinin kolu ya da bacağı değil, ruhunun koca bir kısmı olduğunu kime, nasıl anlatabilirdi?

Düşünme! Nefes al! Odaklan! Devam et!

Aslan ateşini söndürecek serin bir rüzgâr gibi içti havayı. Sandal ağacına karışan karanfil kokusunun aşinalığı bile bugün rahatlaması için yeterli değildi. Bu salon, çocukluğundan beri bildiği bu yüzler, Çember... Onun dünyasıydı bu. Özüne dönebildiği, gerçekten kendi gibi davranabildiği tek yer olmuştu Cehennem hayatı boyunca. Bugünse kolundaki ejder bir tehdit altındaymış gibi saldırıya hazır bekliyordu. Düşman topraklarının ortasında çırılçıplak, savunmasızdı. Aslan sadece Melissa'yı değil, Davut'u da Çember'e sokmuş bir haindi pek çok melezin gözünde. İşlerin bu kadar sarpa sarmasının baş nedeniydi.

CEHENNEM EKSPRES - SİRKWhere stories live. Discover now