39

99 10 0
                                    

Aslan gün batımını izliyordu balkonundan. Elindeki kahve çoktan soğumuştu, ama dudaklarına götürdüğünün farkında değildi zaten. Boğaz'ın ötesinde, tepelerin ardında kaybolmak üzere olan güneşin üzerindeydi gözleri. Parlaklık canını yaktığı halde bir an olsun çekmemişti bakışlarını. Bugün diyordu içinden bir ses. Tam da bugün... ışık aradığı cevabı ona getirirdi belki. Ondan koparıp aldığını bugün yerine koyardı. Aslan'ın parmakları sanki bir mucize yaratabilirmiş gibi sıkıyordu avucundaki pırlanta bilekliği. Oysa az sonra turuncular pembeyle öpüşmüş, ardından göğü kucaklayan mor koyu bir laciverte dönmüştü. Bir kez daha karanlıktı her yer. Tıpkı o gün gibi... tıpkı her gün gibi... ışık çekilmiş, Aslan'ı yapayalnız bir gecenin ortasında bırakmıştı.

Gözlerini yumdu Aslan. Elinde kalan son anahtara, anılarına tutunmuştu hep yaptığı gibi. Ama her geçen günle hafızasından siliniyordu detaylar. Uyumaya, uyanmaya, yeni bir güne başlamaya, yine, yeniden ve tekrar denemeye hazır değildi. Buna rağmen devam ediyordu hayat. Günler haftaları kovalamış, aylar yıla devrilmişti. Usanmadan her gün saymaya devam ediyordu. Bir yıl, iki ay, bir hafta, üç gün diye tekrarladı aklından. İnsanlığın savaşı kazanması ve Aslan'ın ruhunu kaybetmesinin üzerinden tam olarak bu kadar geçmişti. Işıktı onu Sınır'dan kurtaran. Ve ışıktı onu istemediği bir dünyaya sürükleyen.

O gün yatağında, bir rüyadan kalkar gibi uyanmıştı Aslan. Her şeyi hatırlasa da bunu kanıtlayacak tek bir iz yoktu bedeninde. Yeniden sapasağlamdı. Omuzundaki derin kesik kapanmış; ezikler, çürükler, yanıklar yerini pürüzsüz bir tene bırakmıştı. Yine de yaptığı ilk şey boğazını parçalayana dek haykırmaktı. Tüm uzuvları aynı anda kopsa bu kadar kayıp, bu kadar acı içine olmazdı muhtemelen. Bedeninden ruhunu söküp almıştı biri. Öyle bir boşluktu ki katlanmak zorunda kaldığı, parçalamak istiyordu Aslan tenini.

Hıçkırıklarla sarsılır, onu o son ana geri döndürecek bir mucizenin olmasını beklerken Ada açmıştı kapısını. İlk o koşmuştu abisinin yanına. Annesi gelmişti sonra. Odanın ortasında birbirlerine sarılıp saatlerce ağlamışlardı. Tıpkı Aslan gibi onların üzerinde de arkalarında bıraktıkları savaştan tek bir iz yoktu. Hepsi geçti diyordu annesi durmadan. Hepsi geçti demeye devam etmişti sonraki günlerde. Aslan dışındaki tüm dünya için sahiden de öyleydi durum. Melekler doğruyu söylemişti, Sınır'la dünyanın bağı kesildiği an onları özel yapan parçalarını da kaybetmişti melezler. Portlar çalışmıyor, sıradan melezler güçlerini kullanamıyordu. Günler geçtikçe onları kanı daha saf olanlar takip etti. Ta ki Çember üyeleri bile ateşlerini kaybedene kadar. Sahiden de hepsi geçmişti. Sınır, Şeytan, iblisler, melezler, melekler...

Melissa...

Hala zaman zaman kolundaki dövmenin onunla konuştuğunu hissediyordu Aslan. Ateşle küçük numaralar yapabiliyor, yalnız kaldığında uzun uzun avucunun içindeki alevleri izliyordu. Ama gücü emanetti, farkındaydı. Gün gelecek, kanındaki iblis tamamen onu terk edecekti. İnsanlardan her zaman daha iyi duyup görecekti muhtemelen. Bedeni onlara göre çok daha dayanıklıydı. Kolay kolay yaralanmıyor, yaralansa da fazlasıyla hızlı iyileşiyordu. Biliyordu Aslan, çünkü geçirdiği krizlerde pek çok kez şuurunu kaybedip kendine zarar vermişti. En azından artık ailesiyle yaşamadığı için kırıp döktüğü eşyalar adına hesap vermesi gereken biri yoktu etrafta. Keşke faydası olsaydı yol açtığı hasarın. Keşke her daim yarım, eksik, kayıp hissetmeseydi kendini. Devam edebilseydi hayatla akmaya. Unutabilseydi.

Gözlerini yeniden açtı Aslan. Elindeki bilekliği izledi bu kez umutsuzca. Unutamıyordu. Unutamayacaktı. Unutmayacaktı. O yüzden yaptırmıştı bu bilekliği. Melissa'nın taktığının bire bir aynısıydı. O yüzden saçma olduğunu bile bile her gece aynı yere gidiyordu o malum günden beri. Oyuncakların, ışıkların arasında saatlerce, amaçsızca yürüyor; imkânsız olduğunu bile bile görmek istediği tek yüzün bir köşede belirmesini bekliyordu. Sıradan bir lunaparktı tekrar tekrar kapısından geçtiği. İstese de Cehennem'e dönemezdi artık zaten. İnsanın aklını uçuran içkiler, büyülü oyuncaklar ya da onları kaçırmaya çalışan iblisler yoktu etrafta. Sadece makinaların çıkardığı sesleri, insanların onlara karışan kahkahalarını dinliyor; ışıklarla, renklerle kendini aklındaki saplantılı düşüncelere kör ediyordu Aslan.

CEHENNEM EKSPRES - SİRKحيث تعيش القصص. اكتشف الآن