12

114 18 20
                                    

Şeytan yarım saattir aynı yerde duruyordu. Gözlerini bir kez kırpmamış, avuçlarına sapladığı tırnaklarını milim gevşetmemişti. Merakının kontrol edilemez bir işkenceye döndüğünü hissettiği halde müdahale etmeden karşısındaki manzarayı izlemeye devam ediyordu. Neden? Neden? Neden? Aynı soru dönüp duruyordu aklında. Ne olmuş olabilirdi? Onun bilmediği, onun elinin uzanamadığı ne olmuş olabilirdi ki Melissa bu halde olsun?

Öfkeden yumruğunu biraz daha sıktı Şeytan. Dünyadaydı. Çember yana yakıla onu ararken kâinatın en sinsi varlığından beklenmeyecek kadar salakça davrandığının bilincindeydi elbette. Sol serçe parmağındaki yüzük onu göz açıp kapayana kadar Sınır'daki güvenli kalesine ulaştıracak çok özel bir büyü taşıyor da olsa aldığı risk sonsuzdu.

Yine de...

Hiçbir yere gitmeyecekti. Melissa bir kez daha hıçkırdığında tüm bedeni nefretle yandı. Kızın yaşadığı korkuyu iliklerinde hissediyor, düşen her damla yaşıyla bu insan bedeninin biraz daha eridiğini hissediyordu. On dakika... diye hatırlattı kendine. Tam on dakika boyunca bu korkunun çok daha büyüğünü kendi göğsünde yaşamıştı. On dakika boyunca Melissa'yla olan bağı tamamen kesilmişti. Onun nerede olduğunu ne yaptığını ne hissettiğini bilmeden, duymadan, görmeden geçirmişti Şeytan o dakikaları.

Tam on koca dakika...

Kızın öldüğüne öyle emindi ki o hiddetle tüm dünyayı içinde yaşayan herkesle ve her şeyle yakmaya hazırdı. Istırabı bu denli büyük olmasa çoktan son vermişti bile belki tüm o sefil hayatlara. Ama bu fazlasıyla kolay bir son olurdu düşmanlarına. Melissa'yı onun elinden almaya cüret eden her kimse acısını misliyle yaşatmaya hazırdı Şeytan. Melekler, melezler, insanlar, yer, gök... Gerçek kıyameti üzerlerine salmanın vakti gelmişti çoktan.

Ama sonra...

Melissa'nın cılız kalp çarpıntısı Şeytan'ın binlerce parçaya bölünmüş ruhunda yankılandı. Oradaydı işte. Yaşıyordu. Nefesi, kokusu, sıcaklığı... bir kez daha tüm renklerin arasındaki o simsiyah ışıltıyla kördü Şeytan. Bir ağacın kökleri gibi ona uzanan dallarından ulaşmıştı onun olana ve bir kalp çarpması kadar çabuk yanında bitivermişti. Kahkaha attığında duyduğu sesin kendine ait olmadığına emindi. Ama belki de ilk kez zihninde zafer çığlıkları atan Emre'yle aynı şeyi hissediyordu: huzur. Melissa hayattaydı.

Ama...

Daha ilk anda bir yanlışlık olduğunu fark etmişti Şeytan. Bir sokağın ortasında, saklandığı ağacın hemen dibinde ağlıyordu Melissa. Yüzü gözü yara içinde, üstü toz kaplıydı. Bir sokak ötede yerle bir olmuş metro durağından yükselen dumanların onun saçlarına bulaşmış küllerle ilgisi var mıydı? Kim ona el uzatmaya cesaret etmişti, kim böyle bir küstahlık yapmıştı? Şeytan düşündükçe içinde kabaran alevlerin derisini içten içe yaktığını hissediyordu. Bir şey olmuştu. Melissa'yı delice korkutan, onu yeniden savunmasız küçücük bir kız çocuğuna çeviren, aralarındaki bölünmez bağı koparmayı bile başaracak güçte bir şey...

Meleklerin işi miydi? Malikanede olanlardan dolayı onu suçluyor olabilirlerdi. Ya da Çember'deki güç gösterisinden sonra Melissa'dan kurtulmak isteyen melezlerin oyunuydu bu. Düşmüşleri yanlarına alıp ona karşı yeni bir büyü geliştirmişlerdi belki de. Hayır, Melissa onların bulacağı herhangi bir büyüden çok daha güçlüydü. Üstelik, onun gibi bir silahı Şeytan'a karşı kullanmak varken neden yok etmeye kalksınlardı ki?

İçinde olduğu aciz bedenin kafatasının düşünmekten çatlayacağını hissediyordu Şeytan. Gerçi, şakaklarındaki ağrı kontrolsüzce ısınmış kanının iç organlarına verdiği zararın yanında neydi ki? Melissa bir kez daha telefonu kulağına götürdüğünde Şeytan da sabrının sonuna gelmişti. Saklandığı gölgeden kıza doğru ilerledi ağır ağır.

CEHENNEM EKSPRES - SİRKWhere stories live. Discover now