10.Bölüm: "Gökkuşağı"

5.4K 440 414
                                    

"Hüznüme ortak olurdu yedi rengin temsilcisi.

Güzel ve kutsaldı."

***

Bedeni bağlanmanın etkisiyle yorgun olan genç Tanrı'nın öfkesi gün geçtikçe artarken kendini bırakmamaya çalıştı. Ruh bağlaması insan kızının bedenini güçsüz düşürse de onun kadar etkilenmemiş hatta uykuya bile dalmamıştı.

İnsan kız ise beş gündür bedeninin kaldıramayacağı bir bağlanma nedeniyle Alcander'ın odasında uyuyordu. Ruh bağlaması tanrılar arasında olan bir şeydi. İnsan kızın bu yüzden günlerce uyuması normaldi. Ruhu savaşıyordu.

Buna rağmen baş Tanrı sarayında endişe hakimdi. Tanrıça Hera, kızdan fedakarlık yapmasını istemişti, ama aralarındaki bağın getireceklerinden korkuyordu. Oğlunu böyle bir durumun içine sokmak istemezdi. Oğlu kendi geçmişlerinden dolayı insan ırkına içten içe öfkelenmişti. Ama ne olursa olsun adaletsiz davranmazdı. Buna güvenmek istiyordu.

Onunda içi el vermiyordu bir insanın hayatını değiştirip yön vermeye. Fakat sorumlulukları göz yummayı sağlıyordu. Hissediyordu ömrü az kalmıştı, ruhu sonsuzluğa karışacaktı. Ruhu ayrılmadan bazı olayları düzene sokması lazımdı.

Tüm Tanrı alemi bu insan kızı istese de istemese de artık kabul etmek zorundaydı. Şifa gücü evrenin bir parçasıydı. Var olmak zorundaydı. Siresya ve Dünya için bir döngü olması lazımdı. Alcander'da baş Tanrı olarak bunu biliyordu. Annesinden önce bu yüzden ruh bağını kabul etmişti. Omuzlarındaki yükü her şekilde taşımak onun göreviydi.

Rengin'in uyuyan solgun yüzüne baktı. Yatağında ilk defa bir insan kızı yatıyordu. Şimdiden onun ruhundaki içsel savaşı hissediyordu. Acısını ve yorgunluğunu tüm benliğinde iliğine kadar hem de. Ne vardı ki çıkamamıştı odadan. Ruhları bir bütün olana kadar yan yana durmak bir nebze acıyı azaltırdı. Acil işler dışında odasından çıkmamasına kendisi şaşırsa da kendi gücünü de düşünmeliydi.

Aklı her anlamda dolu ve karmaşıktı. Havva kızıyla ne yapacağını bu beş gün içinde az çok düşünmüştü. Gerekmedikçe ondan uzak duracaktı. Burada olduğu zamanlar burada sarayında göz önünde olacaktı, ama bu kadardı.

Daha fazlası olamazdı. Sadece koruması altında olacaktı. Göğsüne çöken ağırlıkla durduğu pencere kenarı önünden hafif dalgalı kahverengi saçlara bakakaldı. Haşin tutamlar beyaz yastığa dağılmıştı. Teni beyazlamış, göz altları mor rengini almıştı.

Şimdi bu küçük kızın tüm yoğun duygularını hissedecekti. Aralarındaki mesafe uzaklaştıkça hem hissetmeleri azalacaktı hem de ruhları bedenlerine acı çektirecekti. Alcander hafif hissedecek olsa da ruh bağında can yakan birçok nokta vardı. Bağı güçlendirmekte zayıflatmak da onların elindeydi.

Ruh bağı, yüzyıllar önce ruh Tanrı'larının oluşturduğu bir şeydi. Böylelikle ruhları birbirine bağlanan her Tanrı veya Tanrıça ruh olarak bir hissedecekti. Başta güzel gözükse de sonraları bu bağ baş Tanrı tarafından yasaklandı. O günden sonra da kimse yapmadı. Ta ki yeni bir baş Tanrı yapana kadar.

Ruh bağı, her ne kadar ruhları bağlayıp bir hissetmek gibi gözükse de tüm bu bağı gerçekleştireni zayıf düşürüyordu. Çünkü bağlanan kişiler uzaklaştıkça ruh çılgına dönüyor ve karşı ruhunun uzaklaştığı her saniye onu bulmak için bedenine acı veriyordu. Bu yüzden bu da bir olmanı, birlikte hareket etmeni sağlıyordu.

Daha önce hiçbir insan da bu gerçekleşmemişti. Sadece Tanrılar birlikte hareket etmek için gerçekleştirdikleri için bu bağı hiçbir insanda kullanmadılar. Zaten kullanamazlardı. Hiçbir insan bedeni Tanrı veya Tanrıça'nın ruhunu kaldıramazdı. Ama Rengin farklıydı. Onun bedeninde bir Tanrı gücü vardı. Fakat yine de insan bedeni onu zorlayacaktı. Ayrı kaldıkları süre boyunca hastalanabilir, güçsüz düşebilirdi. Birbirlerinin ruhani duygularını hissetmekte zor gelebilirdi.

GÖKYÜZÜ HIŞIRTISIWhere stories live. Discover now