11.Bölüm: "Tutsaklık"

5.1K 422 271
                                    

"Fakat bir gerçek vardı ki ben normal bir insana değil gökyüzüne atanmış bir Tanrı'ya yenilmiştim."

***

Kendime has kıyafetlerimi giyerek aynanın karşısında yüzümü incelediğimde şu geçen kısa zamanda ne kadar da cildimin solmuş olduğunu gördüm. Her şey üst üste gelmişti. Bütün duyguları aynı anda yaşarken bedenimin ve ruhumu çok yormuştum. Elimde olan bir şey değildi. Bir nevi bu durumun içinde olmak zorunda kalmıştım.

Kahverengi dalgalı saçlarımı omzumun üstünden toplayarak bana ayrılan odadan çıktım. Gücümün ortaya çıktığı günden beri tam tamına iki gün geçmişti. Tanrıça Hera, güçlerim konusunda yardım edeceğini söylese de reddetmiş ve bu iki gün yemek saatleri dışında odadan çıkmamıştım. Ruh bağından mıdır bilmiyordum, ama canım yanıyordu. İçimden bir ses birini arıyormuş gibi yalnızlık çektiğini söylüyor ve bu durum beni mutsuz etmeye yetiyordu.

Sanki bir arayış içindeydim. Aslında içten içe sebebini biliyordum. Bu yüzden bunu dile getirmiyor, ruhumun isteklerine karşı çıkıyordum.

Elbet dünyama dönecek ve kaldığım yerden yaşamıma devam edecektim. Sürekli burada kalıp ona muhtaçlık hissedemezdim. Babasının asi ve güçlü kızı Rengin'dim. Zayıf olamazdım. Dik başlı durup gelecek herhangi bir zararı en aza indirmeliydim. Fakat içimdeki bastırılmaya çalışılmış güçlü duygular önüme set çekmekten başka bir şey yapmıyorlardı.

Kalbime giren ani sancıyla yanımdaki taş duvara tutunup acıyla inledim. Gözlerimi kapamış ve dudaklarımı germiştim. Gittikçe artan sancıyla dizlerimin üstüne çökmemek için kendimi zor tutuyordum. İki gündür ilk defa kalbimde bu kadar acı hissetmiştim. Daha önceki acılara benzemiyordu. Tarifsiz bir yakıcılığı vardı.

"Rengin! İyi misin sen?" yanıma gelen güzellik Tanrıça'sı Lauren endişeli gözleriyle kolumu tuttuğunda ona karşı koyamadım.

"Kalbim a-acıyor.." zar zor kelimeleri dile döktüğümde kısa bir soluk verdi. Gözlerim kapalı olduğundan sadece bana doğru eğildiğini hissediyordum.

"Alcander'a gitmemesini söylemiştik!" diyerek sinirle konuştuğunda göz kapaklarımı araladım. Sarı saçları bir güneş gibi parlıyordu. O çok güzel bir kadındı.

"Ne?" dedim anlamayarak. Nereye gitmişti ki ve bunun benimle ne ilgisi vardı?

Anlayışla bana baktı. "Dünya'ya indi. Ruhlarınız yeni birleştiği içinde ruhun onu çağırıyor. Onun uzak olmasını kalbini acıtıyor olmalı. Ah, Alcander bazen çok bencil olabiliyor!"

Çığlık atmak istedim! Gerçekten bunun için mi kalbim acıyordu? Ve o kibirli herif bile bile beni bırakıp gitmiş miydi? Bunu ona ödetecektim!

"Lanet olsun! Ah!" diyerek acıyla bedenim kasıldı. Alnımdan boncuk boncuk terler akmaya başlamıştı. Hasta gibi bünyem çökmüştü.

"Gözcü Tanrı'sından onun nerede olduğunu öğrenmeye çalışacağım. Umarım nerede olduğunu görebilir. Ve Ares'ten onu buraya getirmesini isteyeceğim, ama öncelikle seni onun odasına götürelim."

Başımı şiddetle iki yana salladım. "Onun odasına gitmek ve onu görmek istemiyorum!"

Sözlerimle sinirini bana yansıttı. "Şu haline bak Rengin! İnat etmeyi kes. Ona ihtiyacın var."

"Benim kimseye ihtiyacım yok!" sesim gereğinden fazla yüksek çıkmış olacaktı ki yüzünü buruşturdu. Umursamadım, çünkü o gökyüzü Tanrı'sını görmek istemiyordum. Kötü olacağımı bildiği halde gitmişti. Şimdi onu çağırmanın bir manası yoktu. Ayrıca kötü olduğumu hissettiğini biliyordum.

GÖKYÜZÜ HIŞIRTISIWhere stories live. Discover now