17.Bölüm: "Kanatlar"

5.1K 443 166
                                    

"Onu ilk defa bu kadar, Tanrı gibi hissetmiş ve ilahi parıltısı gözümü kör etmişti. O çok kudretli, görkemliydi."

***

Güneş ışığı göz kapaklarımı rahatsız etmeye başladığında huzursuzca uykumdan uyanmaya başladım. Yorgun olduğum zamanlardaki halsizliğim bedenimin üzerine çökerken göz kapaklarımı hafifçe araladım. Onun odasında, yatağında yatıyordum. Ama kendisi yoktu. Sabahın erken saatlerinde kalkmış olmalıydı. Zaten ilk uyandığım zaman onun yüzüyle karşılaşmak istemezdim.

Sinirliydim ve öfkemi yansıtmaktan geri durmazdım. Bunları düşünerek zar zor ayağa kalktım ve sersemlemiş bir şekilde etrafa bakındım. Kendi dünyama geri dönmem lazımdı. Fakat ondan uzaklaşınca tekrardan bedenim acı çekecek diye korkuyordum. Tarifi imkansız bir beden ve ruh acısı olduğu için bir nevi beynimde ağrı fobisi oluşmuştu.

İğnelerin ve ilaçların geçirmeyeceğini tahmin ettiğim ağrının tek çözümünün onunla aynı ortamda olmak olduğu gerçeğine hala katlanamıyordum. Siresya'da ise kalmak istemiyordum. Bu durumumu da onlar bir türlü anlamıyordu. Üstelik varis ve eş saçmalığı vardı. Ben yoksam istediğini yapardı, ama ben varsam başka bir eş düşüncesini aklından bile geçiremezdi.

Odadan çıkarak beni karşılayan koridora baktım. Muhafız ve koşuşturan hizmetliler dışında kimse yoktu. Alcander'ın, baş Tanrı için özel olarak yapılmış odasında olacağını varsayarak ezberlediğim yollardan yürümeye başladım. Odanın kapısına varıncaya kadar tanıdık bir sima ile karşılaşmamıştım.

Derin bir nefes alarak kapının önünde nöbet tutan muhafızlara içeri girmek istediğimi söyledim. Fakat içeri de toplantı olduğunu söyleyerek beni içeri alamayacaklarını söylediler.

"Peki Tanrı Ares ya da Nike'da toplantıda mı?" diyerek sordum muhafıza.

"Evet." deyip beni sorumu onayladılar.

Sıkılgan bir şekilde arkamı döndüğümde ileriden buraya doğru gelen Tanrıça Lauren ve kader Tanrıçası olduğunu hatırladığım ve de azap Tanrı'sının eşi olan Tanrıça Aisa ile buraya doğru geldiklerini gördüm.

"Rengin burada ne yapıyorsun?" diyen Tanrıça Lauren, yanıma gelerek tam karşımda durdu. Onu her gördüğümde güzellik Tanrıça'sı olduğuna inanıyordum. Genç ve fazlasıyla güzeldi.

"Alcander'ı görmek istemiştim."

Cevap verdiğim sırada tebessüm ederek "Aisa ile bitki çayı içerek sohbet edeceğiz. Sen de bize katıl lütfen." dedi kibarca. Fakat yüzünde itiraz istemeyen bir ifade vardı. Çekinerek yanındaki Tanrıça Aisa'ya baktım. Kimseyle pek göz göze gelmiyordu. Anlamlandıramamıştım.

Sohbet edeceğimiz yere geldiğimizde karşılıklı olacak şekilde tekli koltuklara oturduk. Odayı inceleme fırsatı bulamadan Tanrıça Lauren, soru sordu.

"Alcander'ın, bir Tanrıça ile evleneceğini zannetmiyorum. Sadece annesine öfkeli."

Zaten buna izin vermezdim.

"Annesine duyduğu öfkenin asıl sebebi ne?" dedim merakla.

Sorumla birlikte yerinde rahatsızca kıpırdandı. "Bunu annesi ya da kendisi açıklasa daha iyi olur."

Üstelemek istiyordum, ama Tanrıça Lauren'in söyleyeceğini hiç düşünmüyordum. Fakat en kısa zamanda Tanrıça Hera'nın yanında soluğu alacaktım. Fakat şu an hasta olduğu için yanına uğrayamıyordum.

"Annesine olan öfkesini benden çıkarmaması lazım." diyerek bana bakan Tanrıça Aisa'ya döndüm. Düşünceli gözüküyordu.

Ona bakmamla başını hafifçe eğerek "Senin için zor olmalı." dedi. Oturduğumuzdan beri ilk kez konuşmuştu.

GÖKYÜZÜ HIŞIRTISITempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang