Bölüm 39 - Köşe Bucak

159 15 50
                                    

"Bıktın mı hemen?" dedi bir gün bana babam.

On iki yaşındaydım. Sitenin bahçesinde, apartmanın arka cephesinde kalan, herkese ayrılmış o ekilmelik topraklardan kendi payımıza düşen kısımdaydık. Bir saati aşkın süredir toprakla uğraşıyorduk. Ellerime bakmış, tırnaklarımın arasının toprak dolduğunu, daha bir hafta önce aldığımız beyaz elbisemin kirlendiğini görünce üzülmüştüm, hemen burnum sızlamış gözlerim dolmuştu.

Ama babam bilsin istemediğim için, onunla kırk yılın başında bulduğum birlikte vakit geçirme şansını asla kaybetmek istemediğim için, kızıp gitmesinden korktuğum için hızla doğrulduğum toprak zemine çökmüş ve "Hayır!" demiştim hevese buladığım sesimle. 

"O zaman şurayı da kaz bakalım," demişti elime pembe küçük küreğimi tutuşturarak. "Sonra da çok istedin bak, şu çilek fidesini ekelim. Olursa ne güzel de, olacağını sanmıyorum. Bu toprakta tutmaz." 

Bana gösterdiği yeri kazmaya koyulmuş, kazarken de bir yandan babamı izlemiştim gözümün bir kenarından hep. Normalde olduğunun aksine bugün kot ve tişört giymişti. Onu sadece evde tamirat işleri falan olduğunda böyle görürdüm. Bir de tatile gittiğimiz günlerde. Onun dışında hep pantolon gömlek, takım elbise tarzından kopmazdı. 

O günü birçok bahar gününden ayıran babamla vakit geçirmem dışında, babamın da benimle vakit geçirmesiydi. Çünkü onun yanında durduğum zamanlar olurdu tabi ki ama onun gerçekten yanımda, benimle olduğunu hissettiğim, bana odaklandığı anlar sayılıydı. 

Bir Nisan günüydü. Aşırı mutluydum. Bir Nisan gününü zihnime kazıyacaktı o günkü anlarımız ama en başında olacağını sandığım gibi mutlu kazımayacaktı. Ben aptallığıma ve Nisan güneşine aldanarak öyle sanmıştım. Yanılmıştım, çoğunlukla olduğu gibi.

Çünkü babam hayır dememle yetinmemiş ve konuşmaya devam etmişti.

"Sen böylesin işte Gülce," demişti. "Çabuk bıkıyorsun. Hemen pes ediyorsun. Sana ne zaman bir şey öğretmeye çalışsam da böyle yapardın. Hiçbir şeyden memnun olmuyorsun. Ben şu sayılı pazar günlerimden birini sırf senin gönlün olsun diye burada böyle toz toprak içinde harcıyorum ama sen üstüm kirlendi, elim acıdı diye mızmızlanarak geçiriyorsun." 

Tuttuğum göz yaşlarım o böyle demeye başladığında dayanamamış ve süzülmüşlerdi kirpiklerimin arasından. Bu ise babamı daha çok sinirlendirmişti sanki, üzülmemi umursamadan devam etmişti. 

"Sen," demişti. "Böyle gidersen bu hayatta hiçbir şey başaramayacak, hiç mutlu olamayacaksın. Hep geri kalacaksın, yarım kalacaksın. Eksik kalacaksın."

Belki onun sözleri içime işlediği için, belki haklı olduğu için dediği gibi olmuştu birçok yerde. Geri kalmıştım, yarım kalmıştım, mutsuz olduğum da çok olmuştu.

Ama en çok eksik kalmıştım.

Ben bu hayatta önce onun benden esirgediği içten sevgiden eksik kalmıştım. Annemin hep bir maskenin ardına sakladığı, ara sıra görür gibi olduğum gerçek hislerinden eksik kalmıştım. Bizi sürekli kıyasladıkları için Tilbe'nin ben üzülmeyeyim diye benimle yaşayamadığı bazı sevinçlerinden eksik kalmıştım.

Sonra üçü birden beni bırakıp gitmişlerdi ve hiç olmadığı kadar eksik, boş, paramparça kalmıştım. Onların açtığı boşluğa yuvarlanmamı engelleyen o günlerde, yanımda olup tutayım diye elini uzatan Giray olmuştu bir yerde. O yanımda durmak zorunda değildi ama durmuştu ve ben bana uzattığı eli tutmak zorunda değildim ama tutmuştum. Çünkü insan düşünerek değil de hissederek ilişki kuruyordu. Ben de Giray'ın yanında, nefesim kesildi sandığım o günlerde, nefes almamı kolaylaştıran bir şeyler hissetmiştim.

ZAMANSIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin