Bölüm 45 - Sen Ol Yanımda

141 14 41
                                    

Giray, Aziz Bey'in yıllar içinde ince ince işlediği, kimselere bir şey belli etme, sırlarını kendine sakla, dışarıdan bakanlar sadece iki boyutlu bir sen görsünler tembihleri yüzünden farkında olmadan ketum ve kapalı bir insan olup çıkmıştı.

Hayatına Gülce girene kadar da bunun bir sorun olduğunu düşündürecek hiçbir şey yaşamamıştı. Sinan zaten her şeyini bilirdi, ki Aziz Bey'in uyarılarını dinlemeden hayatının tam merkezine aldığı ve maskesiz perdesiz olduğu gibi kendini gösterdiği ilk kişiydi Sinan. Yıllar sonra onu hayatına sokanın Bilgen olduğunu öğrenene kadar en küçük bir pişmanlık duymamıştı bundan.

Bir de Gülce aralamıştı işte kilitli kapılarını. Daha doğrusu o Gülce'yi görür görmez kilitleri kırıp atmak istemişti, çünkü duvarların ardından bakmak yetmiyordu, yakınına gitmek ve onu kendi korumalı surlarının ötesinde görmek, yaşamak istemişti.

İlk gerçek adımı, onu öptüğü günün peşine ayağına dolanmıştı. Ona birçok şey anlatmıştı, elinden geldiği kadar dürüst olmuş ve onunla konuşmuştu. İyi gelmişti konuşmak, bir şeyleri Gülce'ye anlatmak. Her şeyi değil belki ama yapabildiği kadarını. 

Bunun cesaretini de yine Gülce'den almıştı. 

Önünde akan yol sağa kıvrılınca o da direksiyonu kıvırdı ve aynı anda dudakları da kıvrıldı yukarı doğru. Yüzünde beliren büyük gülümseme yine hep olduğu gibi Gülce kaynaklıydı.

O kadar cesurdu ki, birçok özelliğine olduğu gibi buna da hayrandı Giray.

Onu öpüp gidişine kızmış, dönünce içeri almak istememiş ve pat diye onu gördüğünü itiraf etmişti. Kenan'la görüştün deyivermişti. 

Bu isim Gülce'nin isminin aksine dudaklarını birbirine bastırıp çenesini sıkmasına sebep oldu.

Gittikçe bozulan yol, başlayan yağmurla birlikte çamura dönüyordu iyice, yağmur şiddetini yükseğe çıktıkça artırmıştı sanki, silecekler damlaların hızına yetişemiyordu. Önünü görmekte de zorlanınca hızını azalttı biraz.

Kötü toprak yol da bitti bir noktada ve önündeki arazide oluşmuş teker izlerini takip etti o noktadan sonra. Direksiyonun üzerinden eğilip gökyüzüne baktığında ileride iyice kararan bulutları ve gökyüzünü anlık aydınlatan şimşekleri gördü. Birden nasıl bozmuştu hava böyle anlamamıştı.

Sonunda arazinin ortasında boylu boyunca uzanan çitleri gördüğünde arabayı durdurup indi. Islanmayı umursamadan gözlerini etrafta gezdirdi. Belindeki silahı kontrol edip çitlere ilerlediğinde gözleri etrafı taramaya devam ediyordu. Bu metalin varlığına alışmış olması bir süre öncesine kadar onu rahatsız ediyordu ama her şey gibi o rahatsızlık hissi de yok olmuştu zamanla. 

'Her şeye alışabilen bir yaratıktır insan, bence onu en iyi tanımlayan özellik de budur.'* derken doğru diyordu Dostoyevski. (*Ölü Bir Evden Hatıralar)

Açtığı kapı gürültülü bir gıcırtı koparınca saniyelik duraksayan adımları beklemeden yürüyüşlerine devam etti. Adresin onu bir çiftliğe getireceğini düşünmemişti, ileride çatısı görünen eve doğru yürürken burnuna dolan tezek kokusuna ıslak toprak ve çimen kokusu karışıyordu. 

Birden üzerine doğru gelen köpeği görmesi gürültülü havlamalarını duymasından birkaç saniye sonra oldu. Tam kendini savunmak üzere harekete geçecekti ki ileriden bir ses bağırarak köpeği durdurdu. Sahibinin sesiyle puta dönen köpek, başka bir komutla birlikte arkasını dönerek geldiği gibi geri gitti. Kuyruğunu mutsuz mutsuz sallayarak yürüyen köpeğe bakarken, ileride görünen yüzle gözlerinin odağını kaydırdı Giray.

ZAMANSIZWhere stories live. Discover now