Bölüm 48 - Baş Harfi Ben

196 10 75
                                    

Bir kurarken gerçek olması ihtimaliyle ve hevesiyle insanın kalbini çarptıran hayaller vardır, bir de kurmaya bile korkulan, akla düştüğü her seferde hızla savuşturulup kovulan hayaller...

İnsan, hangisinin içine doğup yer edineceğini seçemiyor bazen. 

Gülce ise bile isteye, kendi tercihiyle, iki türlü hayali de kurdu. Gülce zaten bu hayatta en çok hayal kurmayı severdi. Hayatı en dorukta, dolu dolu yaşadığı anlarda bile zihninin bir köşesi bambaşka hayallerde gezinir ve gerçeklikten bir kaçış yolu hazır ederdi Gülce için.

Çok hayal kurmanın da zararları olacağını aklına getirmeliydi belki de, öyle ya, her şeyin fazlası zarardı. Hayallerin farklı olacağını ne düşündürmüştü ki ona?

Bir de inanç vardı. İnanmak. Kolay değildi, elinde avucunda tutacak somut hiçbir şey yokken bile inanmak insanın ruhundan güç almasıyla olurdu. Mantık kendine yer bulamadığında hislerine bırakabilirdin kendini, istersen. Gülce istediği birçok seferden sonra, kendini bıraktığı sayısız anlarda yere çarptıktan sonra, mantığının ipine sıkı sıkıya sarılı yaşamaya başlamıştı.

Şimdi, artık, sadece kendine inanıyordu. 

Başkalarına dağıttığı güveni kırıla kırıla hiç olmuştu, ve Gülce bu fütursuzca dağıttığı güvenin bir sonu olduğunu bilmiyordu o zamanlar. Ama vardı belli ki, yüzleşmişti bu gerçekle, güvene en çok ihtiyacı olduğu anda hem de. Şimdi elini cebine atıyordu, gizli saklı köşeleri, kuytuları araştırıyordu ama birine daha verecek güven bulamıyordu. Kırıntılar kalmıştı elinde. 

Karşısında oturan Mithat Bey'e, yıllar sonra gördüğü adama bakarken, onun gözleri de kendisine beklentiyle yönelmişken, Giray'a kadar bile kalmamış güveni ona nasıl sunacağını düşünüyordu. Adam kendisine inanmasını istiyordu, anlattıkları Giray'ın söyledikleriyle çelişiyordu ve iki kişiden birini seçmesi gerekse önceden düşünmeden Giray'a güvenmeyi seçerdi. Hep öyle yapmamış mıydı? Şimdi niye öyle yapamıyordu?

"Sen biraz düşün Gülce," dedi adam oturduğu koltuktan kalkarken. "Daha önce de seninle konuşulduğunu biliyorum zaten, ama tamam, biraz daha düşün. Fakat şunu bilmen lazım, öyle bolca zamanımız yok elimizde, sana anlattıklarımı aklında bulundurarak bir cevap ver bana. Yarın akşama kadar iyice düşün."

Adamı uğurladıklarında yine Levent'le başbaşa kalmışlar ve dikilip kaldıkları koridorda ne düşüneceklerini bilemez gibi bakışmışlardı.

"Bunlardan kimse bahsetmemişti daha önce," dedi Levent. "Seninle konuşanlar böyle şeyler söylememişti. Sen... Biliyor muydun?"

Başını iki yana salladı Gülce. "Giray bir şeyler söyledi ama bunlardan farklı şeylerdi. Yani, Mithat Bey ve Giray başka şeyler anlattılar, kafam allak bullak oldu." Elini saçından geçirirken, diğer eli de beline konmuş, oflarken yanaklarını şişirmişti bunalmış bir halde.

"Seni inatla bir şeylerin içinde tutmaları sinirimi bozuyor." Eline uzandı Levent. "Hamilesin sen Gülce, düşünmene gerek yok, hayır de geç. Seni hiçbir şeye zorlayamazlar, hele ki şimdi bu durumdayken, uzak kal."

Elini tutan eli sıktı Gülce. "Ben de uzak kalmak istiyorum ama... Bilemiyorum Levent, bunaldım gerçekten de." Elini cebine atıp telefonunu çıkardı. "En önce Giray'la konuşmam lazım bunları sanırım, ona da anlatmalıyım."

Başını salladı Levent. "Bence de," dedi. Kaşları çatıldı sonra. "Mithat Bey bir garipti, hiç hoşuma gitmedi bu durum Gülce..."

Bir şey diyemedi Gülce. Katılıyordu açıkçası, ona da öyle gelmişti. Arkasını dönüp odasına ilerlerken telefondan Giray'ın ismini bulmuş da çevirmişti bile.

ZAMANSIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin