Bölüm 41 - Yakınken Uzak

119 12 94
                                    

Bir düğme, aramızda bir yerde, çevrilivermişti.

Daha önce kimse bana böyle hızlı yakınlaşmamış ve daha da hızlı uzaklaşmamıştı.

Giray, başkaydı.

İlk tanıştığımızda da başkaydı, beni öptüğünde de başkaydı, elimi tuttuğunda da başkaydı, şimdi yanımda oturmuş gözlerini yoldan çekmeden araba kullanırken de başkaydı. Sonuncusu ise diğerlerinden bambaşkaydı.

Vampir dizilerindeki hisleri kapatma olayını canlandırmıyorsa şu hali için mantıklı hiçbir açıklama olamazdı. Ya şimdi rol yapıyordu, ya da en başından beri oynamış şimdi ise maskesini çıkarmıştı. İkincisinin olma ihtimalinin düşüncesi bile içimde kesikler açıyordu. 

Arabaya bindiğimizden ve yola çıktığımızdan beri on beş dakika geçmişti. Bir kere bile bana bakmamış, bir kelime bile etmemişti.

Benimse gözlerim ondan bir an bile ayrılmamıştı. Şimdi de sesimi bulmak için uğraşıyordum.

Gözlerim ağır ağır, bir kez daha yüzünün tüm hatlarında dolaştı. Karşıdan batan güneş yüzüne vuruyor ve güzelliğine güzellik katıyordu. O ise gözlerine vuran güneşten rahatsız olmuş ceketinin cebinden çıkardığı güneş gözlüklerini gözlerine yerleştirmişti az önce.

Gözleri görüş açımdan çıktığında dudaklarımı bükmüştüm bir anlığına.

"Giray..." dedim, adını uzun zaman sonra sesli dile getirmenin zevkini yaşayarak. Zihnimde çok söylemiştim ama karşımda o yokken beni üzmekten başka bir işe yaramamıştı.

Sanki adı Giray değilmiş gibi, hiçbir tepki vermedi. Yüzüm biraz daha düştü, rengim bir ton daha soldu.

Yutkundum. 

"Nasılsın?" dedim bir kez daha kendimi toplayarak.

"Araba kullanıyorum," dedi. Sesini bahşetmiş ama kibarca sus demişti. 

"Ne zamandan beri araba kullanırken konuşamıyorsun?" dedim bu sefer de.

Cevap vermedi. Sabrım yavaş yavaş azalıyordu, şu ana kadar yaşadıklarım düşünüldüğünde iyi bile sabrediyordum. 

"Niye bakmıyorsun bana?" diye sordum bir kere daha şansımı deneyerek.

Pat diye frene basınca öne doğru savruldum, kemer beni hızla koltuğa sabitlerken saçlarım yüzüme dökülmüştü. Ellerimle tutamları geri iterken çatılmış kaşlarımla yüzüne baktım.

"Deli misin sen?" dedim öfkeye bulanmış sesimle. "Ne yapıyorsun?"

"Sana bakıyorum." Başı bana dönmüş, gözleri tam üzerime düşmüştü. "Oldu mu? Rahatladın mı?"

Cümleleri, bakışı, sesi... Her şeyi karşımda Giray'ın kötü bir kopyası varmış gibi hissettiriyordu. Gözlerimi yüzünde dolaştırırken ne diyeceğimi bilemediğimden içimde biriken sitem cümlelerini gözlerime dolmak isteyen yaşlarla birlikte yutmuştum.

Gözleri gözlerime çekinmeden bakıyordu şimdi, ama keşke bakmasaydı. Bak demeseydim keşke, o zaman bu duygusuz, soğuk, ışıksız karaları görmezdim. Şimdi zihnime, göle gittiğimiz gün hem güneşin ışığıyla hem de gölün mavisiyle parlayan sıcak karaların yerine, bunlar kazınacaktı.

Gözleri gözlerimden çekildi, biraz aşağı indi, sonra tamamen benden koptuğu anda öne eğilip torpido gözünü açtı. İçinden çıkardığı şeyi kucağıma bırakıp tekrar yola döndü ve yeniden gaza bastı. 

"Kolun kanamış yine, ilgilen," demişti bana bakmadan. 

Hayal kırıklığı ve hayretle büyümüş gözlerimi üzerinden çekip omzuma indirmem zor oldu ama becerdiğimde bluzuma geçmiş kızıllığı gördüm, sonra da kucağıma bıraktığı ilk yardım setini. 

ZAMANSIZWhere stories live. Discover now