Umut Kırıntıları

55 18 16
                                    

Gözlerimi zihnimdeki karanlıktan başka bir karanlığa açtım. Uyumuş olmanın verdiği sersemlikle nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Siyah görünen tavandaki karaltılara gözlerimi kısarak baktım. Karaltıların tablolar olduğunu anılarımdan faydalanarak hatırladım. Boş kahve bardakları, dünkü sohbetimiz ve ve diğer kanepede uyuyakalmış olan Kıvanç dün yaşananların birer kanıtı gibiydiler. Anılarım yavaş yavaş netleşirken yattığım yerden usulca doğruldum. 

Hava hala aydınlanmadığından atölyenin içerisi de karanlıktı. Elimi derinin üzerinde gezdirdim, telefonumu arıyordum. Çok geçmeden kanepenin köşesine sıkışmış olan telefonumu görmeme gerek kalmadan bulabilmiştim. Sıkıştığı yerden çıkardım, saate bakmak için kilidini açtım. Saat yerine dikkatimi çeken bildirimler olmuştu. Simge ve Ozan'dan o kadar çok bildirim vardı ki tüm ekranı kaplıyorlardı isimleri. Uykudan yeni uyanmışken yazmanın verdiği enerji sarf etmenin üşengeçliği ile cevap yazmayı ertelemeye karar verdim. Saate baktığımda dörde doğru yaklaşan akrep, doğacak olan güneşin haberini veriyordu. Bu saatte yabancısı olduğum bir yerde uyanmıştım ve olan uykumu da kaçırmıştım. Sessizce oturduğum kanepede oturmaya bir süre devam ettim. Her defasında gözlerim Kıvanç'a kayıyordu. Aldığı her nefesin boğuk sesini duyabiliyordum. Artık gözlerim ondan ayrılmazken olmuşken aldığı her nefesin sesini dinler olmuştum. 

Sersemliği üzerimden atmayı başardığımda parmak uçlarımda ses çıkarmadan bahçeye açılan kapının önüne kadar yürüdüm. Kapıya ulaştığımda durdum, kapının kolunu kavrayıp açtım. Tüm bunları yaparken aşırı dikkatli davranıyor, yanlışlıkla Kıvanç'ı uyandırmak istemiyordum. Yorulmuştu ve iyi bir uykuya ihtiyacı vardı. Benim de her insan gibi uykuya ihtiyacım vardı fakat uyuyabilmemin nasıl olduğu unutacak kadar kötüleşmeye başlamıştı. Kısa uyku araları, deliksiz bir uykunun yerini tutamıyordu.

Açtığım bahçeye doğru adım attım ve ardımdan açtığım gibi geri kapadım. Bahçe bıraktığımız gibi duruyordu. Yerdeki sprey, masanın üzerindeki sprey başlıkları ve diğer spreyler, en önemlisi de karaladığım tuval. Hepsi hala yerli yerindeydi.

Boş salıncağa otururken uzaktan yaptığım karalamayı izlemeye başladım. Sessizlik eşliğinde kırmızı çizgileri izlerken farklı hislere kapılmıştım. 

Heyecan

Küçük çocuğun bitmek bilmeyen heyecanı gibi. Kıpır kıpır ve bir o kadar sakin. Belki de sadece heyecanı temsil etmiyordu, huzur ve umut da barındırıyordu. Birden içimde karşı konulmaz bir çizme isteği uyandı ve bu istekle birlikte korku. Kuşların bile hala yuvasında uyuduğu bu saatte beni izleyen kimse yoktu. Kendimle, korkumla ve çizilmeyi bekleyen tuvalle baş başaydım. Oturduğum yerden kalkarak ilk önce yerdeki spreyi aldım. Elimde çevirirken gözlerimi üzerinde gezdiriyordum, sonra masanın üzerindeki diğer spreylere baktım. Dile gelmişlerdi de sanki beni çağırıyorlardı. 

Başarabilir miyim?

Bu seferde mi kaybedecektim?

Daha ne kadar sürecekti?

Denesem yine hayal kırıklığına uğrar mıydım?

Yapamazsam sonra ne olacaktı?

Zihnimde yankılanan düşüncelerle ürkek adımlar attım, tuvale biraz daha yaklaştım. Duvara dayadığımız tuvali, duvardan bahçeyi aydınlatan ışığın altına gelecek şekilde zemine ses çıkarmamasına özen göstererek bıraktım. 

Kırmızılıklara bakarak hayalini kurduğum resmi tekrar zihnimde canlandırdım. Detaylarda yoğunlaştım, resmi tuvale aktardığımda nasıl görüneceğini hayal ettim. Sonucun ne olacağını tahmin edemiyordum, her seferinde farklı sonuçlarla karşılaştığımdan ama bu sefer denemek istiyordum. Yapamasam bile sadece karalamak istiyordum. 

Boş TuvalWhere stories live. Discover now