Kintsugi

34 5 1
                                    

Hoşş Geldinizz. Keyifli Okumalarr<3


"Yaşanan her şey değerlidir." diye sessizce haykıran Japon sanatı!

Kintsugi, aslında hiçbir şeyin gerçekten kırılmadığı, Antik Japon Felsefesine dayanır. Kitnsugi tekniğini kullanan sanatçılar, kırılmış seramikleri altın ve gümüş ile birleştirerek, yaşanmışlığın özgün ve benzersiz izlerini taşıyan eserler ortaya çıkarırlar. 500 yıllık bir geleneğe sahip olan bu teknik, kırılan objelere kaybettikleri fonksiyonlarını kazandırmanın ötesinde, değerli bir yaşam dersi sunar.

Pencereden sızan gün ışıklarıyla birlikte gözlerim aralandı, daha fazla açmak için kendimi zorladım. Uykumun olduğunun fazlasıyla farkındaydım fakat gitmem gereken bir işim vardı. Geç kalmış bile olabilirdim. Uzun zamandır saatin kaç olduğu hakkında fikrim yoktu. Gözlerim saatten önce Kıvanç'a kaydı. Yastık olarak kullandığım kolunun üzerinde ona doğru döndüm, hala uyuduğunu gördüm. Dağılmış saçlarıyla, her şeyden habersiz masum haliyle bakmaya doyamadığım tablo gibiydi. Son yaşadıklarından sonra böyle bir derin uykuya ihtiyacı vardı. Onu uyandırmadan kalkmalıyım ama bir yandan da bunu istemiyordum. Böyle seçim yapmaya hayat tarafından mecbur bırakıldığımda bundan nefret ederdim. Duvarda duran saate baktığımda işimin başlamasına daha 2 saat olduğunu gördüm. Bu, eve gidip hazırlanmam için yeterli zamandı. Kendime birkaç dakika daha verdim ve bu dakikaları Kıvanç'ı izleyerek geçirdim. Artık kalkmam gerektiğini biliyordum fakat kalbim beynime karşı galip gelmek için her şeyi deniyordu. İstemeyerek de olsa kalkmaya çalıştım. Bunu yaparken mümkün olduğunca Kıvanç'ı uyandırmamaya çalışıyordum. 

Usulca sarkıttığım ayaklarımın üzerinde durmak için hamlede bulunduğum sırada bileklerini kavrayan sıcaklık beni durdurdu ve geri çekti. Yatağın üzerine yumuşak bir düşüş yaptım. Uykulu gözleri aralanan Kıvanç'a şaşkınlıkla bakıyordum. Onu uyandırmamak için oysa çok dikkatli olmaya çalışmıştım ama bana bakan gözlerden anladığım kadarıyla dikkatimin faydası olmamıştı.

"Nereye gidiyorsun? Saat çok erken değil mi?" dedi uykulu bir sesle. Sözcükler dudaklarının arasından yuvarlanacak çıkmıştı.

Dudaklarımın kenarı istemsizce kıvrıldı. "İşe gitmem gerekiyor, ancak yetişebilirim." dedim.

"Bu kadar erken gitmek zorunda mısın?" diye sordu, açık tutmaya zorlandığını gözlerini kapatarak.

"Evet." dedim üzüntülü bir sesle " Bir de işimi kaybedemem."

"Anlıyorum." dedi neredeyse tüm sözcüğü yutarak. "Sadece çok kısa süreliğine..." dedi ve sessizliğe gömüldü. Kısa sürede tekrar uykuya dalmıştı.

Kapıyı kapayarak odadan çıktım. Dağınık salona tekrar adım atmak Kıvanç'ın dün söylediklerini anımsatmıştı bana. "Yoruldum ve artık vazgeçmeye karar verdim. Geçmişimi peşimden sürükleyerek kendime işkence etmeyeceğim. Unutacağım ve sadece ileri bakacağım. Bana geçmişi hatırlatan her şeyi çöpe atacağım." demişti. "Hatta o kırık gitar parçalarını bile."

Hiçbir şey söylememiştim, doğru olmadığını söylemek gelmişti içimden fakat sözcükler dudaklarımdan dökülmemişti. Ben de doğru zamanı beklemeye karar vermiştim. Ama içten içe yerdeki gitar parçaları öylesine atmasına izin vermek istemiyordum. Gün geldiğinde pişman olabileceğini biliyordum. Ne yapabileceğimi düşündüm .Aklıma birkaç fikir geliyordu fakat yardıma ihtiyacım vardı ve yardım isteyebileceğim sadece bir kişi geliyordu aklıma.

Evden çıktım. Sabahın erken saatleri olduğundan merdivenleri yumuşak adımlarla indim. Arka bahçeye doğru ilerlerken ön kapalı olduğunu bildiğim kapıya kısa süreliğine gözlerim kaydı ve kapı o an açılma büyüsü yapmışım gibi kendiliğinden açıldı. Tabii ki kapı kendiliğinden açılmamıştı. Açan kişi yamandı. Bir elinde benim eşyalarım, diğer elinde ise telefonu ve araba anahtarı vardı. Yorgun bir gülümseme ile "Günaydın." dedi.

Boş TuvalWhere stories live. Discover now