bienvenue.

1.6K 84 38
                                    

*bu sefer Fransa'da hayali küçük bir şehirdeyiz ve arkada sürekli Lana Del Rey çalıyor..

Bütün tatlı yıldızlar senin için parlıyor aşkım,
Hayalindeki kız ben miyim yoksa?
//Lana Del Rey- Pretty When You Cry.


11 OCAK/ Bordeleau Şehri/FRANSA
Fleur Adeline Bonnivard.

"Cansız göğsümde elin boşa dolanıyor;
Yaralı... ve sızlıyor dokunduğun o yer,
Kadınlar pençeleyip dişledi, kanıyor,
Arama, hayvanlar yüreğimi yedi." Sophia, elinde tuttuğu not defterine gelişigüzel karaladığı şiiri, bir kere daha sesli bir şekilde okudu. Okuldan kaçarak geldiğimiz çatı katındaki odasının panjurlarından sızan yakıcı güneşin ışığı süzülerek, yatağın üzerinde öylesine yatan bedenini aydınlatıyordu. "Bu şiirden ne gibi bir anlam çıkarabilirim ki?"

"C'est un poème, Sophia." eteğimi kalçalarımın altına iyice sıkıştırıp, bacaklarımı yatağın üzerine uzatırken söyledim. Ev arkadaşım Jade beni aramadan önce evde olmam gerektiğini biliyordum, son zamanlarda artan hırsızlık olayları nedeniyle Bordeleau'da ki küçük evimizde yalnız kalmak onu korkutuyordu fakat Sophia ile yaptığımız küçük dedikodu seanslarından da mahrum kalmak istemiyordum. Bir kere daha, keşke ikisi iyi anlaşabilselerdi diye düşündüm.

"Ne söyledin az önce? Henüz fransızca konuşamadığımı biliyorsun, Adeline!" Sophia, kusursuz suratının ortasına tanrının merhametli elleriyle yerleştirdiği minik burnunu kırıştırdı. Kanada'dan buraya Fransız Edebiyatı öğrenmek için gelmenin mantıksız olduğunu düşünüyorsa, haklıydı. Eğer düşünmüyorsa, salak olmalıydı. Çünkü Bordeleau düşünüldüğünün aksine fransız aksanıyla sizi etkileyecek kadar yakışıklı beyefendiler ile dolu değildi. Gece olduğunda eğer şanslıysanız açık camınızdan içeri komşunuzun piyano resitali girer, değilseniz de bir hanımefendinin kulağa şiir gibi gelen, aslında ayyaş kocasına ettiği küfürleri duyardınız.

"Senin şu iş adamı ama aynı zamanda yarı zamanlı şair adamdan haber var mı? Neydi adı? Thomas? Tomie,"

"Tom." Anlam veremediğim bir donuklukla söyledim. Adını gün içerisinde çok az aklıma getiriyor ya da hiç düşünmemeye çalışıyordum çünkü üzerimdeki etkileri azımsanacak gibi değildi. Adının her bir harfi kalbimi ağzımdan çıkacakmışçasına attırmaya yetiyordu.

Sophia, elinde tuttuğu not defterini yeni bir dedikodunun heyecanıyla kenara bıraktı. "Haber var mı? diye sordum, Adeline. Senin konuşmak için sürekli soru beklemenden nefret ediyorum."

"Anlatacak bir gelişme yok," Gözlerimi başka bir yöne, panjurların açıklığından sızan güneş ışıklarına çevirdim. "Yani henüz."

"Senin üzülmeni istemiyorum ama o güzel şiirleri öylesine uyuz bir adamın yazdığını da düşünmüyorum. Hem, mektuplaşıp durduğun adam buraya gelecek olsa ve o kişi Tom çıkmasa, ne yapacaksın? En azından bir geceliğine sevişmek zorundasın çünkü adam eğer gerçekten New York'tan geliyorsa, senin için yedi saat uçak yolculuğu çekmek zorunda."

Söylediği şeylerin düşüncesiyle yüzümü ekşittim. Tom Hiddleston, New York'ta yaşayan, oldukça başarılı bir iş adamıydı. Ev arkadaşım Jade beni sosyal medyaya alıştırmadan önce varlığından dahi haberimin olmadığı bu adam bir anda hayatıma girmiş, yine sosyal medyada dolaşan birkaç teorinin ışığında, ona ait olduğu söylenen bir blog sitesi bulmuştum. Başlarda her şey normaldi. Fransızca dersi vermediğim zamanlar bütün gün onun bloguna şiir yazmasını bekliyor ya da eski şiirlerinin altında yatan duyguları anlamak adına yatağımın üzerinde kafa patlatıyordum. Ancak sonra, ona mesajlar atmak gibi bir eylemde bulundum ve bu sıkıcı aciz hayatımı değiştirmek adına attığım en büyük adımdı. Artık şiirlerinde benim adım geçiyordu! Bazen dünya üzerindeki en güzel çiçek olduğumdan bahsediyor, bazen de Fransa'daki en güzel kokuya sahip olduğumu anlatıyordu.

Tek sorun, ona gerçek kimliğimi söyleyebilecek cesareti gösterememiştim. Belkide Sophia'nın bahsettiği gibi, mesajlaştığım kişinin Tom olmamasından korkmuş, karşıma başka birinin çıkması halinde ne yapacağımı bilememiştim fakat Tom'u hayali bir karaktere aşık etmek, asla mantıklı bir fikir olmamıştı.

"Beni tanımıyor zaten, Sophia. Sadece sesimi duydu." Aşk, sahip olduğum o en esrarlı duygu. Bana nasıl da hatalar yaptırıyordu. "Şimdi gitmem gerekiyor, biliyorsun geç kalırsam Jade bütün gece sofrada somurtur."

"Biliyorum, tatlım."

Bordeleau hala son bıraktığım gibiydi. Daha taksiden iner inmez nefesim havada duman bulutları oluşturmaya başlamış, ceketimin ceplerine sokmuş olmama rağmen öldürücü soğuk, parmak uçlarımı ısırmıştı. Ancak etrafta koşturup duran eski kıyafetli insanlar bu soğuktan etkilenmiyor gibi gözüküyorlardı. Eldiven olmayan elleriyle karları uzmanmışçasına yuvarladıklarında sanki benim içim o soğuk hisle titriyordu ve bu gerçekten güzel değildi.

Burada donmadan önce elimi hızlı tutarak kendime sıcak bir kahve almalıydım. O yüzden, evimin olduğu caddeye yakın olan kafeye doğru koşar adım ilerledim ve tabelasını görene dek neredeyse hiç durmadım.

"Merhaba." Kendimi, üzerleri kar ile kaplı insanların içine sürüklerken söyledim. Kafenin sahibi olan Barry beni görür görmez ayaklanmış, elinde tuttuğu birkaç bardağı tezgaha bıraktıktan sonra ellerini önlüğüne silerek bana doğru ilerlemişti.

"Hoş geldin, Adeline. Dışarısı çok soğuk değil mi?" Çekmeceyi kurcalarken sordu. Bir yandan da, kalın kaşlarına tezat duran oval koyu gözleriyle beni süzüyordu. Sanırım uzun bir süredir yeni açılan alışveriş merkezindeki kahveciden alışveriş yaptığım için kızgındı. Yine de ağzının içini dolduran çarpık dişlerini göstererek gülmeyi eksik etmemişti.

Ellerimi ceketimin cebinden çıkarıp gözlük camlarımı kolumun tersiyle silerken, ben de aynı şekilde gülümsedim. "Evet, Barry. Az önce muhteşem bir güneş vardı ancak içimizi ısıtacak kadar sabırlı değildi demek ki."

"Hemen içini ısıtmak isterdim fakat Jade bugün izin aldığı için yerine sadece Corentin bakıyor ve onunda müşterisi var." Başıyla, az ileriyi, Corentin'in kıkırdayarak konuştuğu tarafı gösterince, kafamı oraya doğru merakla çevirdim.

Tom Hiddleston, siyah kabanının yakalarına çenesini iyice gömmüş, Corentin ile sohbet ederken bir yandan keyifle gülümsüyor, diğer yandan da ayağına giydiği botların kırışmasına aldırmayarak bir geri bir ileri sallanıyordu.
Bir hayalin içinde olduğumu düşünerek, kabanımın kolunu sıyırdım ve hala ona bakmaya devam ederken koluma oldukça can acıtı bir ısırık bıraktım. Ancak ne Tom ortadan kaybolmuş, ne de içinde bulunduğum gerçeklikten sıyrılabilmiştim.

O, buradaydı. Gerçekti. Benim için gelmişti.

"Barry, aslında kahveyi boşver, başka bir zaman uğrarım." Sesimin titremesine aldırmayarak söyledim. Ardından hızlı adımlarla arkamı döndüm ve içimde yanıp duran alevi söndürmesi adına kendimi yeniden soğuk rüzgarın ellerine attım. Mutluluktan olsa gerek, gözümden yaşlar hızla süzülüp kuru cildimin üzerine yol alıyorlardı. Çünkü gelmişti. Hayallerimi süsleyen, şiirlerini süslediğim adam sonunda şehrime gelmişti fakat,

beni tanımıyordu.

𝐡𝐚𝐩𝐩𝐢𝐧𝐞𝐬𝐬 𝐢𝐬 𝐚 𝐛𝐮𝐭𝐭𝐞𝐫𝐟𝐥𝐲.|| 𝘩𝘪𝘥𝘥𝘭𝘦𝘴𝘵𝘰𝘯. Where stories live. Discover now