au revoir mon amour.

481 61 48
                                    

+18... finale doğru son sekiz..

Gelmiyorsun, bebeğim.
Asla gelmiyorsun çünkü ben ağlarken güzelim.
Ben ağlarken güzelim.
/Lana Del Rey// Pretty When You Cry

DÖRT YIL ÖNCE/ BORDELEAU ŞEHRİ

Adeline bacaklarını koltuğun üzerine iyice uzattı ve aniden soğuyan hava nedeniyle üzerine pembe örgü battaniyesini çekti. Karşısındaki küçük televizyonun ekranında, artık herkesin dilinde olan şirketin sahibi Tom Hiddleston duruyordu. Bir bar çıkışında yakalamıştı onun magazinciler, üstündeki takım elbise hiç eğlenmediğini belli edercesine ütülü, bakışları ise az önce aceleyle arabaya bindirdiği kız arkadaşı nedeniyle gergindi.

"Bugün otuz iki yaşına girdiniz Bay Hiddleston, yaşlanmak nasıl hissettiriyor?" Kadının sorusuna alayla gülümsedi. Adeline'ın kalbi ise geçen gece bu adama attığı hayran maili nedeniyle göğüs kafesinin altında ezilmişti. Şimdi kendini belkide binlerce insanın hayranlıkla izlediği bu adamın ilgisini çekebileceğini düşündüğü için aptal gibi hissediyordu.

Birkaç saniye sonra televizyon aniden kapandı çünkü annesi bir avcı misali arkasından yaklaşmış ve kızının hipnotize olmasını fırsat bilerek televizyonu kapatmıştı. "Böyle aptalca şeylerle kafanı yormanı istemiyorum, Adeline. Yarın yetenek sınavın var ve o üniversiteye girmek istiyorsan, bu gece pratik yapmalısın." dedi, oval yüzünün neredeyse yarısını kaplayan iri gözleri kızını hedef alırken. Adeline onun bazen fazla baskıcı biri olduğunu düşünüyordu ancak yaptığı her şeyin kızının iyiliği için olduğunun da farkındaydı. "Şimdi kalk ve Esme'i bul. Beraber akşam yemeği yiyelim."

Adeline itiraz etmesinin faydası olmayacağını biliyordu. Kız kardeşi Esme birkaç gündür onsuz dışarı çıkmaya başlamıştı, babasının nefret ettiği asiliğini gün geçtikçe gözlerine daha fazla sokmaya çalışıyordu. Evet, Bordeleau'da kalmak istememesini elbette anlayabilirdi çünkü profesör olan babasının destekleriyle Paris'in en şatafatlı okullarında okumuş, Adeline'ın aksine oldukça görkemli bir hayat sürmüştü ancak küçük bir şehre kısılıp kalmanın buhranıyla aptalca hareketler yapıyordu.

Adeline, yerde duran teneke parçasına tekme atarken kimin daha aptal olduğunu düşündü; Binlerce kilometre uzakta olan ünlü bir iş adamına aşık olan kendisinin mi yoksa hayalleri peşinde her şeyi yapabilecek kadar hırslı olan üvey kardeşinin mi?

Sanırım cevap onun için çok basitti.

Her zaman takıldıkları eski deponun yarı açık kapısını görünce duraksamadan ilerledi, ellerini ceplerinden çıkardı ve ufak bir eğilmeyle içerisi dumanla kaplı depoya süzüldü. Esme az ileride,  delik deşik olan eski koltuğun üzerinde arkadaşları Manon ile oturuyordu. Ellerinde ucuz biraları ve özensizce sardıkları içi ot dolu sigaraları vardı.

Esme kız kardeşinin davetsiz ziyaretini yüzünü ekşiterek karşıladı. "Burada ne işin var, Adeline?"

"Seni almaya geldim," dedi kız ve Manon'un kirli sakalla kaplı suratına öldürücü bakışlarını gönderdi. "Annem beraber akşam yemeği yiyeceğimizi söyledi. Biliyorsun baban akşam yemeklerine önem,"

Esme arsız kahkahalarından birini patlattı. "Tabii ya şu akşam yemekleri..." Bacaklarını uzattığı yerde dikildi ve Manon'un ince dudaklarına sulu öpücüğünü kondurdu. "Uslu bir kız olmaya gitmeliyim, sevgilim. Akşam yine burada buluşuruz."

Fakat Manon'un bakışları hala Adeline'ın cılız bacaklarını saran şortta, hatta biraz daha aşağısında; kızın süt beyazı bacaklarındaydı. Adeline onu ilk gördüğü gün neden irkildiğini daha iyi anlıyordu.

𝐡𝐚𝐩𝐩𝐢𝐧𝐞𝐬𝐬 𝐢𝐬 𝐚 𝐛𝐮𝐭𝐭𝐞𝐫𝐟𝐥𝐲.|| 𝘩𝘪𝘥𝘥𝘭𝘦𝘴𝘵𝘰𝘯. Место, где живут истории. Откройте их для себя