tous mes rêves.

365 60 43
                                    

*Fleur kafanızda canlanabilsen diye medyaya bir çizim bırakıyorum ve kurgu asıl şimdi başlıyor..

24 OCAK/ Bordeleau Şehri/FRANSA

Tom'un görkemli elleri, ben krem rengi çarşafın üzerinde uzanırken bacaklarımda gezindi. Ardından sanki zihnimi okumuşçasına, ona dokunmanın eşiğinde ama dokunamamanın acısıyla öylece duran parmaklarımı kavrayarak yanaklarına götürdü. Parmaklarım, yüzünde kuruyan gözyaşlarını hissettiğinde adeta alev alır gibi yanmış ve aniden çekmek istememe neden olmuştu. Ancak Tom'un bu dokunuşlardan mahrum kalmaya hiç niyeti yoktu. ''Neden bana dokunmuyorsun, Mon Fleur?''

İşte o an, kalbimdeki tüm küçük ışıklar serbest kalmış, biri Bordeleau sokaklarında el ele gezen bir çifte konmak, diğeri Tom'un mektuplarının kokusunu duymak, en sonuncusu ise geçmişimdeki anılarımızı bulabilmek için yola koyulmuştu. ''Çünkü bu, aşk hakkında bildiğim her şeyi kaybediyormuşum gibi hissettiriyor.'' Artık ruhumu aklımla, kalbimi ise ağzımla birleştirmiştim ve olmasını istediğim her şey, en azından bu gece gerçekleşmeliydi.

Tom, bacaklarımın arasındaki yerini koruyarak kendini biraz daha yukarı çekti ve burnunu direkt olarak boynuma yasladı. Benimkine nispeten daha kalın olan parmakları derimin üzerinde daireler çiziyor, bunun ne kadar can yakıcı olduğunu fark etmeden, teması nedeniyle hızla atan kalbimin sesini dinliyordu. Saçlarında, yarın yağmurdan sonra açacak güneşin kokusu vardı. ''Aramızdaki aşkın gerçek olduğuna inanmaya çalışmak, kilitli bir kapıyı zorlamak gibi hissettiriyor, biliyorum Fleur. Zihnim herhangi somut bir hasar almamasına rağmen, sanki ben de o mektuplarda yaşadığımız aşkın gerçekliğini unutmuşum gibi hissediyorum.''

"Belki de unutmayı tercih ediyorsundur.'' dedim, başımı döndüren sıcak nefeslerine aldırmadan. Aynı anda, parmaklarımı çenesine doğru sürükledim ve çene hattının üzerinde ileri geri doğru gitmeye başladım. ''Çünkü eğer hatırlayacak bir şeylerin yoksa, kaybedecek bir şeyin de yoktur.''

''Evet, seni kaybetmek istemiyorum ve o yüzden kazanmaya çalışmayacağım. Senin Tyler ile flörtleşmen, bana sanki seni kaybediyormuşum ve elimden hiçbir şey gelmiyormuş gibi hissettirdi fakat çok iyi bildiğim bir gerçeğe sahiptim, Fleur.'' Sözlerinin arasında, belimi sıkıca kavradı. Gözyaşlarımın saçlarını ıslatmasına aldırmadan iç çekti ve konuşmasına devam etti. ''Sana dair şeyler hiçbir zaman bana ait olmamıştı. Ödünç alınan öpücükler, bakışmalar ve temaslar. Hepsini sana geri iade edeceğimi ve bunların bir gün başkasına ait olacağını zaten biliyordum.''

Daha fazla devam etmesini istemiyordum. Çünkü bu bana hiç iyi gelmiyor, aksine kalbimin sıkışmasına ve haykırarak ağlamak istememe neden oluyordu. O yüzden, ondan ödünç aldığım öpücüklerden birini yavaşça dudaklarının üstüne bıraktım, çenesini kavrayan parmaklarımla kafasını doğrulttuktan sonra bana daha fazla yaklaşmasına izin verdim ve böylelikle, bu gece başkasıyla yaşamayı planladığı o şey için bir kıvılcım başlattım. Tom'da bu fırsatı kaçırmadı ve az önce geriye çektiği bacağını yeniden benim bacaklarımın arasına dayadı. Dudaklarını dudaklarıma sertçe bastırdığında, kollarımı göğsünden çekip, daha rahat hareket edebilmesi adına aramızdaki boşluğu kapattım. Tıpkı bir lambanın aniden sönmesi gibi gözlerini yumdu, kasıklarını kasıklarıma dayadı ve alt dudağıma ufak bir ısırık armağan etti. "Bu rüya buraya kadar, sens de ma vie."

Gözlerimi nefes nefese açtığımda, Tom'un kollarının arasında değil de, dün gece Jac'in benim için hazırladığı misafir odasındaydım. Beyaz gömleğin sırtı gördüğüm rüyanın etkisiyle sırılsıklam olmuş, birbirine kenetlediğim bacaklarım sızım sızım sızlamıştı çünkü az önce gördüğüm şey, belkide gerçekliğe en yakın olanıydı. Kendime çabucak, "Bu bir rüyaydı." diye hatırlattım. Hatta bir defa değil, yatağın içinde durduğum on dakika boyunca neredeyse bunu kendime sürekli söyledim ancak gerçek olması için delicesine atan kalbim, kendime gelmeme fırsat vermedi.

Aşağıdan, kahvaltının hazırlandığına dair çatal bıçak sesleri yükseliyordu. Jac her zamanki gibi en sevdiğim şarkılardan birini açıp, Jade'in kusursuz sesiyle ona eşlik etmesine izin vermişti.

Onların yanına inmeden önce, yatağın hemen yanındaki etajerin üzerinde öylece katlanmış bir şekilde duran kağıtı fark ettim. Elbette üzerindeki imzayı tanıyordum fakat yeniden hızlanan kalbim, bu sefer uzaklardan gelmeyen mektubun içerisinde ne yazdığını görmekten korkuyordu. Yine de, hala titreyen bacaklarımı yataktan aşağı indirdim, son bir defa açık camdan içeri süzülen temiz havayı içime çektim ve mektubu parmaklarımın arasına aldım.

Tanıdık el yazısı görüş açıma girdiğinde ise, yeniden o mektuplarda bahsettiği Fleur'dum.

"Günaydın, Adeline.

İnsanların artık sana Fleur diye seslendiğini biliyorum fakat bu benim için özel bir isim ve sanırım sadece sevdiğim kadına bu şekilde seslenmek istiyorum.

Her neyse, bu bir veda ve özür mektubu."

Kalbim, okuduğum şeyin acısıyla kemiklerimin arasında ezildi. "Hayır," dedim. "Hayır olamaz, Tom, bu bir veda mektubu olamaz." Ancak daha acı verici olan şey ise, hayali hemen arkamdaki güneşin pırıltılarıyla dans eden toz bulutunun arasında belirmişti.

Kaşlarını hafif kaldırmış bir biçimde, henüz kesmediği sakallarının sardığı o kusursuz yüzüyle bana doğru bakıyordu. O her zaman görmeye alışık olduğum geniş olan alnının hemen ortasından tüm alnına kadar yayılan iki yatay çizgi yoktu. Muhtemelen onu ilk gördüğüm zamanlardan bir anıydı çünkü Tom tamamiyle kusursuz ve gençti.

Kravatını son bir kez daha özenle düzelttikten sonra bana doğru döndü. "Hala hazırlanmadın mı sen?"

Dolu gözlerimin arasında başımı bir sağa bir sola salladım ve ağlamamak adına dudaklarımı birbirine kapakladım. Eğer aşağıda şarkılar eşliğinde dans eden arkadaşlarımdan biri gelecek olursa, gerçekten delirdiğimi düşünebilirlerdi.

"Hadi ama, Fleur! Geç kalacağız."

Tanrım, kafayı yemek üzereydim. O üzerine giydiği, sanki onun için özenle dikilmiş takım elbisesinin içinde o kadar kusursuz duruyordu ki, dudaklarım onun hayaliyle dahi konuşabilmek adına büyük bir açlıkla açılıyor ancak beni duyamayacağını bildiğim için bu muhteşem anıyı bozmak istemiyordum.

Fakat o gitmek için hazırdı. Takım elbisesinin boynuna değen yakalarını son bir kez daha düzeltti, şimdiye kıyasla hiçbir çizgi barındırmayan parmaklarını saçlarının arasından geçirdi ve bana kocaman bir gülümseme gönderdi. Ardından da aynı toz bulutu gibi havada dağılıp gitti.

"Esme ile işlerim yüzünden yeniden New York'a dönmek zorundayım. Bir daha Bordeleau'ya gelir miyim bilmiyorum fakat sana bir özür borçlu olduğumun farkındayım.

Kafam o kadar karışıktı ki, bir an için gerçeğin sen olduğuna dair yanılgıya düştüm ancak senin o olamayacak kadar masum olduğunun da içten içe farkındaydım. Çünkü gülümsemen, Fleur'un hayat alıcı gülümsemeleri gibi değildi, daha çok hayat vadediyordu. Ben yeni bir hayat istiyordum sanırım, Adeline. Fleur bana otuz altı yaşında olduğumu hissettirirken, sen yeniden gençlik yıllarıma götürüyordun. Sanırım genç olmayı fazlasıyla özlemiştim.

Dün gece yaşananlar için yeniden çok üzgünüm, umarım ben buradan ayrıldıktan sonra beni hiç hatırlamaz ve her zaman yüzünde gezinen o masumiyeti korursun.

Sevgiyle kal, Adeline Bonnivard."

Mektubu avuç içlerimde sıkı sıkıya tutarken, arkadaşlarımın yanına ulaşabilmek adına odadan çıktım fakat daha merdivenlerden inemeden olduğum yere çökmüş ve onlar bana doğru endişeyle koşarken, hazırda bekleyen gözyaşlarımı serbest bırakmıştım.



*bu bir final değil, aksine başlangıçtır.

𝐡𝐚𝐩𝐩𝐢𝐧𝐞𝐬𝐬 𝐢𝐬 𝐚 𝐛𝐮𝐭𝐭𝐞𝐫𝐟𝐥𝐲.|| 𝘩𝘪𝘥𝘥𝘭𝘦𝘴𝘵𝘰𝘯. Where stories live. Discover now