plus bleu que tes yeux.

360 62 46
                                    



Dedi ki "Çoğu erkek bu yaşta böyle bir mirasla kadın istemez. Hem mutlu hem de bir şiir tanrıçası olamazsın.Sayfalarını Fransız şiirleriyle karalayıp mutlu olamazsın."
Ve bu beni korkuttu
Çünkü öyle bir adam tanımıştım ki...
//Lana Del Rey - Blue Banisters

Herkesin odalara yerleşme seansı bittikten sonra, evime kıyasla daha büyük pencerelere sahip salona kadar ayaklarımı yerde sürüyerek yürüdüm ve kendimi dakikalar içinde bedenime armağan edilen o yorgunlukla beraber balkonda duran koltuklardan birine attım. Az önce yeniden başlayan kar yağışı, yalnızlığıma eşlik edeceğini belli edercesine biteviye cama çarpıyordu. Bir süre sonra ise kulak tırmalayıcı sessizlik, karında eşlik ettiği o tanıdık hüzün senfonisine dönüşüyordu ve ben sadece Tom'un buğulanan gözlerini düşünebiliyordum. O tarif edemediğim sancı içimi öylesine yakıyordu ki, bu acıyı neyle tedavi edeceğimi çözemiyordum ya da bir çözümü var mı bilmiyordum. Ben sandığı biriyle aynı yatakta uyuyan bir adama umutsuz bir aşk beslediğimi itiraf etsem, bu evren üzerimdeki yüklerden kurtulmama izin verir miydi?

Ben, kendi ellerimle kendimi bitirmiştim. Belkide o mektupları o gün bir sinirle oraya bırakmamış olsam, Tom asıl kadının Esme olmadığını daha kısa bir sürede anlar ve en azından kalbimi bu kadar kırmadan önce doğru yolu bulabilirdi. Ancak şimdi yan yana uyuyorlar ve beni daha fazla mahvedecek bir düşünceyle de, belki sevişiyorlardı.

Ben düşünceler denizinde sigaramı ağlayarak içerken, balkonun kapısı yeniden aralandı. Muhtemelen Jade veya Alain yine ağladığım için beni azarlamaya gelmişlerdi fakat kapıya doğru yavaşça baktığımda, tahminlerimin doğru olmadığını hemen anladım. Evren sanki haykırışlarımı duymuşçasına, acımı benden almak yerine kanlı canlı bana göndermişti ve Tom Hiddleston balkon kapısının önünde dururken, o acıyı artık tüm bedenimde hissediyordum. ''Sanırım sizde uyuyamadınız." dedim, sesimin titrememesine dikkat ederek. Ancak o herhangi bir davet cümlesini dahi beklemeden yapılı gövdesini içeri sokmuş, aslında uykulu olduğunu belli eden birkaç yalpalamayla karşımdaki koltuğa yerleşmişti.

Hoş geldin varlığım.

"Ağlamanı bölmüş olmalıyım." Daha önce fark etmediğim sigarasını dudaklarının arasına yerleştirdi. Uzaklarda bir yerlere, karın tamamiyle kapladığı şehrin manzarasına bakıyordu. Belkide burayı en ince detayına kadar önceden görüp görmediğini düşünebilir, dejavu yaşayabilirdi çünkü Jac'te kaldığım bir zaman diliminde ona buradan bahsetmiş, manzarasını anlatırken bir gün kesinlikle buraya gelmemiz gerektiğini söylemiştim.

Tüm bunları yapan bendim, sevgilim. İşte bu yüzden ağlıyorum, diyebilir miydim?

Sigaramı, masanın üzerinde duran küllüğe beceriksizce söndürdüm. "Ağlamıyordum, Bay Hiddleston. Aslında fazlasıyla uykum var ama başka bir yatakta uyuyamıyorum, maalesef. Garip alışkanlıklar."

"Sanırım aynı soruna sahibiz, Adeline. Yatakta ne kadar dönersem döneyim, uyuyamadım."  Bir rüzgar estirecek kadar kuvvetle yumdu gözlerini. Suratının üzerinde sakallarını yeni kestiği, muhtemelen bu işlemi aceleyle yaptığı için ufak kesikler vardı. Onu birkaç kere sakalsız görmüştüm ve kesinlikle otuz altı yaşında gözükmüyordu. "Biraz alkol iyi olabilirdi."

Son sözleri üzerine gülümseyerek yerimden kalktım. "Bu konuda size yardımcı olabilirim. Mükemmel bir tarifim var ancak biraz şeyi," doğru sözcükleri bulabilmek adına aynı onun yaptığı gibi gözlerimi sıkıca yumdum. O sırada balkonun açık camından süzülen rüzgar Jac'ten ödünç aldığım gömleğin eteklerinden süzülmüş, kısa süreliğine kollarımı etrafıma sarmama neden olmuştu. "Ah, buldum evet! Kötü karakterlerin pis sırıtışını andırıyor."

𝐡𝐚𝐩𝐩𝐢𝐧𝐞𝐬𝐬 𝐢𝐬 𝐚 𝐛𝐮𝐭𝐭𝐞𝐫𝐟𝐥𝐲.|| 𝘩𝘪𝘥𝘥𝘭𝘦𝘴𝘵𝘰𝘯. Where stories live. Discover now