mon amour, je t'attends, mon amour.

360 71 65
                                    

*bölümler çok okunuyor ama nedense oylar az :(

"Fleur mu?" Tom'un tok sesi, sanki kafenin içerisinde hiçbir eşya yokmuşçasına yankılandı. Anlam veremediğim bir şekilde parmakları masanın üzerinde titrerken Esme'nin şaşkın bakışlarına aldırmamış, kirli sakallarını yine o titrek parmaklarıyla sıvazlayarak olduğum yöne doğru ilerlemişti.

"Adın, Fleur mu?"

Soluklanmak adına kendime zaman tanıdıysam da, Tom ile aramızda geçecek olan konuşmayı bekleyen garip bakışlara bir açıklama borçluydum. Yani bir kere daha, sevdiğim adama yalan söyleyecektim. "Evet, adım Fleur Adeline Bonnivard, Bay Hiddleston. Buna neden bu kadar şaşırdınız ki?" alayla karışık gülümsedim, Tom'un gözlerinde gezinen tekinsiz adamları önemsemeden. "Burası Fransa, Fleur ismine sahip tek kişi sevgiliniz değil."

Tüm dişlerini ortaya serecek o korkunç gülümseyi göstermeden önce dudağını yaladı. Sanki Paris'ten buraya kadar yürümüş gibi soluk soluğaydı ve bu mesafeden dahi gömleğinin altında hızla inip kalkan göğüs kafesini görebiliyordum. "Biliyorum, Adeline ancak neden bana önceden söylemediğini merak ediyorum. Neden benden gizledin?"

"Çünkü insanlar bana Adeline, der. Fleur ismini sizin kadar sevmiyorum." Artık bu garip konuşmanın sonu gelmeliydi yoksa olduğum yere bayılacaktım. Oysaki bana da az önce Esme'ye baktığı gibi ilgiyle baksa, gerçek kimliğimi hemen söyler ve tezgahın ardından çıkmayı dahi beklemeden bedenlerimizi birleştirirdim. Fakat Tom, burun delikleri o tanıdık kokuyu duymak adına kanatlanırken gerçek Fleur'un ben olduğumdan korkarcasına bakıyordu.

Geçen saniyelerin ardından hiçbir şey söylememeyi tercih etti. Kumaş pantolonunun arka cebine uzandı, kabarık cüzdanından çıkardığı parayı tezgahın üzerine gelişigüzel fırlattı ve ceketini giymeyi dahi beklemeden, Esme'nin elini tutarak hızla kafeden ayrıldı.

O gider gitmez, beynimden bağımsız hareket eden bacaklarım anında büküldü ve kalçam kafenin soğuk zeminiyle buluştu. "Bana nasıl baktı, gördün değil mi? Hayal kırıklığına uğramış gibi!"

Jade dakikalardır tuttuğu nefesi sonunda verdi ve Elroy'u hedef alan öfkeli bakışlarıyla, "Gördüm, Adeline." dedi. Ardından kafenin zemininde yanıma çöktü ve müşteri gelmeden önce ağlama seansıma omzumu sıvazlayarak eşlik etti.

Sonundan kafenin yoğunluğundan sıyrılıp evim demeye çekindiğim yere vardığımızda, Elroy ile yakın arkadaşı Alain duş kavgasını sonlandırmak adına ön bahçeden koşarak eve girmişlerdi. Jade'e arabadayken Tom'un yazılar yazdığı blogunu tamamiyle sildiğini ve en büyük magazin sayfalarından birinin Esme ile onun hakkında haber yaptığını söyleyerek dakikalarca ağlamıştım. Artık ikimize ait olabilecek hiçbir şey yoktu ve yakında buradan ayrıldığında, sevinçle koştuğum posta kutum örümcek ağlarıyla bezenecekti.

Soğuk havanın, şükretmeme neden olacak yumuşak esintisi düşüncelerimin arasında kısa saçlarımı yalayıp geçti. Jade az ileride, aynı hava kadar yumuşak olan gülümsemesiyle beni izliyor, üzerinde oturduğu salıncağın gıcırdamasına aldırmadan bir ileri bir geri gidiyordu. "Gelsene." dedi, kısaca.

Hiç beklemeden, elime aldığım ressam şapkamla birlikte ona doğru ilerledim, zincirleri paslanmış salıncağı kendime doğru yavaşça çektim ve popomda aniden hissettiğim soğukluğa aldırmadan oturdum. Az ileride, dar ve kıvrımlı yolun sonunda görülen küçük dağların arkasından yükselen ayı görebiliyorduk. Hava birkaç dakikadır yaz aylarında dahi rastlamadığım bir şekilde sıcak ve esintiliydi.

𝐡𝐚𝐩𝐩𝐢𝐧𝐞𝐬𝐬 𝐢𝐬 𝐚 𝐛𝐮𝐭𝐭𝐞𝐫𝐟𝐥𝐲.|| 𝘩𝘪𝘥𝘥𝘭𝘦𝘴𝘵𝘰𝘯. Where stories live. Discover now