Bölüm 2

70.9K 3.1K 2.2K
                                    

Bölüm düzenlendi. Bu yüzden eski yorumlar aşağıda görünecek! ❤️‍🔥
(Kitap halinde ekstra bölümler vardır.)

BİR RÜYANIN İÇİNDEN...

Karşımda duran renk cümbüşüne baktım. Ağaca dolanan fosforlu sarmaşık; boyum kadar uzun olan mavi, sarı, yeşil ve daha birçok renge sahip mantarlar. Biraz solumda kalan pembe bir akarsu. Ne kadar zamandır bu görüntüyü izlediğimi merak ettim. Gözlerimi ne kadar zamandır açık tutuyorum? Ayaklarımın altındaki yumuşacık çimeni hissedebiliyordum. Ne kadar zamandır ayakta duruyorum?
Bakışlarımı nereye çevirdiğimin bir önemi yoktu, içimdeki tanıdıklık hissinden kurtulamıyordum.
Sonra dikkatimi o çekti. Bana bakıyor, kafasını yana yatırıyor ve gülümsüyordu. Bu bakış kalbime tanıdık bir acı vermişti. Ama sebebi neydi? Bundan bir sonuç çıkaramamıştım, kalbim de sebebini bulamıyordu.
"Kimsin sen?" dedim panikle. Genç adamın dalgalı turuncu saçlarının önündeki iki tutam bembeyazdı. Sorum karşısında kocaman aheste bir kahkaha atmıştı.
"Asıl sorman gereken şey, güzel Alessia," Usulca etrafımda döndü ve parmaklarıyla çenemi tutup havaya kaldırdı. "Sen kimsin?" Her hareketi ahenk içinde, pürüzsüz ve bir erkeğe yakışır şekilde nazikti.
Sorusu düşüncelere boğulmama sebep olmuştu. Nedensizce aşina olduğum parlak mavi mantara ve onun dehşet verici çılgın bir mavilikle parlayan gözlerine baktım. Karşılaşmamız içimde çok yükseklerden aşağıya düşüyormuşum gibi hissettiren bir boşluk yaratmıştı. Bir öfke. Bir aşk. Sanki... bu adamın gözleri sihirliydi. Hemen ardından bütün bedenimin huşuyla dolduğunu hissettim.
"Ben kimim?" diye sordum gözlerimi kırpıştırarak. Cevabı bildiğimden emin değildim, ipleri daha yeni kesilmiş bir kuklanın zihnine sahipmişim gibi hissediyordum.
Tekrar nahif bir hareketle elini saçlarından geçirdi. Her parmağında yüzükler vardı. Bir kez daha etrafımda dönüp hemen arkamda durdu. Kendimi o kadar kaptırmıştım ki, az önce tuttuğu çenemi bıraktığında sendeleyen bedenimi ondan gizleyememiştim.
"Sen Alessia'sın." Bunu kulağıma fısıldayarak söyledi. İşte bunu biliyordum!
"Pek yardımcı olmuyorsun," dedim sahte bir alayla. Benimle eğlendiğini düşündüğüm için kaşlarımı çatmıştım.
Ama o arkamda durmaya devam ederken ellerini dirseklerimden avuçlarıma doğru kaydırmıştı. Dokunuşunun yarattığı arzu çok tanıdıktı. Bir öfke. Bir aşk. Gözlerimi kapattığımda sözlerini tekrar etti.
"Sen Alessia'sın."
Aynı kelimeleri söylemiş olmasına rağmen sesi kanlı bir gül kadar asildi, benimle eğlendiğini düşünmeme sebep olan tüm fikirleri uzaklaştırmıştı. Yanılıyordum. Benden sanki bir şeyleri çözmemi, bir şifreyi kırmamı istiyordu. İşaret parmağımın üstüne bir dal yerleştirdi. Küçük dal parçasının esnek ve canlı bir şeymiş gibi parmağımı sarmaladığını hissettim. Bunu nereden ya da ne zaman çıkardığını bilmiyordum ama zaten kollarının arasındayken bunları düşünemeyecek kadar uyuşmuştum.
Nasıl olduysa aklımı kullanarak, "Seni tanıyor muyum?" diye sormayı başardım. Bir an sonra, onun artık tam karşımda duruyor olmasına inanamadım.
Ne kadar hızlı olduğunu düşünmüyorum. Düşünmüyorum çünkü o gülümsüyor. Tanıdık dudaklarıyla.
"Evet." Sesi az öncekinden daha boğuk ve mesafeliydi. Elini kalbimin üstüne koyup gözlerini kapattı. "Ben buradayım."
Görüntüsü uzaklaşmaya başlamıştı.
İlk önce onun uzaklaştığını sanıyordum. Ancak iki yanımdan kayıp giden dünya uzaklaşan kişinin kim olduğunu bana gösteriyordu. Bir şey bedenimi olduğum yerden geriye doğru çekiyor, aynı zamanda boğazımdan yukarı beni nefessiz bırakan bir su kütlesi yükseliyormuş gibi hissetmeme sebep oluyordu.
Boğuluyordum.

***
Günümüz:
İnce bir ışık huzmesi göz kapaklarımın arasından içeri sızdı. Bu büyük ihtimalle gerçekliğe uyandığımı gösteriyordu. Bir rüyaydı. Turuncu saçlar, ıssız bakışlar, usul ve ahenkli yürüyüş, uyuşturucu bir dokunuş. Hepsi bir rüyaydı işte.
Nerede olduğumu anlamam için bilincimin aydınlığa bir adım daha atması yeterli olmuştu. Bir küvetteydim. İçimde benliğime dair biriktirdiğim kırıntıları aramaya başladım. Alessia. Adım bu. Kollarım soğuk suyun altında küvetin sert köşelerine çarpıyordu. Görüntü henüz netleşmemişti ancak küvetin kenarından merakla beni izleyen biri olduğunu fark etmem için bir gözlüğe ihtiyacım yoktu. Yanan burnumun ve acıyan boğazımın geçmesini umarak bir defa yutkundum.
Geçmedi.
"İşte böyle," dedi sadece siluetini seçebildiğim kişi. Bir kız olduğunu nazik sesinden hemen anlamıştım. "Artık iyisin." Elini avucumdan çektiğinde boşluğun getirdiği soğukluktan uzun süredir elimi tutuyor olduğunu fark ettim.
Ah, bir de çıplak olduğumu...
Panikle oturur pozisyona geldiğimde başıma bir ağrı saplandı. Hissettiğim utanç ve acıyla yanaklarımın içini ısırdım. Sanki dakikalar önce gerçekten boğulmuş gibiydim. "O bir rüya, Alessia. Sadece bir rüya." İçimdeki sesi uysalca kabullendim.
Karşımdaki kız artık bir siluet olmaktan çıkmıştı ve çıplaklığımı sorun etmiyormuş gibi görünüyordu. Sadece yüzümü inceliyor, muhtemelen iyi olduğumdan emin olmaya çalışıyordu. Onu tanıyordum. Sanırım. Kahverengi saçlarını ve yüzüyle uyumlu çekik gözlerini bugüne kadar her gün görmüştüm. Neredeyse her gün. Evet, tabii ki onu tanıyordum.
"Ss...?" diye kekeledim. Adı dilimin ucundaydı. Gülümseyerek sözlerimi tamamladı. "Sosha. Adım Sosha. Beni tanıyorsun."
Evet! Ne kadar da aptalım!
Onu tanıyordum. Her günü birlikte geçirir, öğünlerimizi birlikte yer ve bazen de okuduğumuz kitapları paylaşırdık. Son defasında ondan bir kitap ödünç aldığımı hatırlıyordum. O gün yılın en soğuk günlerinden birini yaşıyorduk, okumak için şöminenin başını seçmiştim. Soğuk havanın ısırıkları ateşe biraz daha yaklaşmamı sağlamış ve en sonunda şömineden sıçrayan minik bir kıvılcım aniden kitabı tutuşturmuştu. Sosha'ya durumu kıvranarak açıkladıktan sonra moraran yüzünü görüp ona kendi kitaplarımdan hediye verebileceğimi söylemiştim. Hediyeyi kabul etmişti ama artık bana kitaplarını ödünç vermiyordu. Her şeye rağmen, onun sahip olduğum tek dost olduğunu biliyordum.
Ona unutkanlığımın verdiği mahcubiyetle baktım. Neler olduğunu hemen anladı.
"Sorun değil. Suyun içinde bayılmıştın. Biraz daha geç kalmış olsaydım eğer..." Şimdi mahcup bakışlar atma sırası ondaydı. Sözlerine devam etmeden önce ıslak bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Ayağa kalk ve kurulan. Bir fareninkiyle eşdeğer sayılabilecek bağışıklığının havadan nem kapacağına şüphem yok." Sinsi gülümsemesi yüzünün her yerine yayılmıştı, eğer düşüncelerim buğulu olmasaydı neşesine eşlik edebilirdim.
Havluyu uzattı ve banyodan tamamen ayrılmadan önce kafasını kapı aralığından uzatıp yüzümü inceledi. Bu attığı son denetleyici bakış olmalıydı. "Kapının önünde seni bekliyor olacağım."
Yalnız kaldığım ilk anda kendimi zihnimin içinde kurduğum sorgu masasına oturttum.
"Şöyle oldu," dedi içimden bir ses. Böylece taze anıların zihnimde belirmeye başladığını hissettim. Artık lambama sarmaşık tozu toplamak için ormana gittiğimi ve gelir gelmez kendimi banyoya attığımı anımsıyordum. Her ne olduysa bayılmış, sonrasında da suyun altına kaymış olmalıydım. Bu durum aynı zamanda burnum ve boğazımdaki yanmayı da açıklıyordu. Tanrım! Neredeyse gerçekten boğuluyordum.
Havluma sıkıca sarılmış bir şekilde kapıdan çıktığımda tırnaklarını kemiren Sosha'yla göz göze gelerek duraksadım. Bana attığı bakışlar tedirgindi. Bir şeylerden emin olmaya çalışıyordu ancak sağlığım konusunda olmadığını bir şekilde biliyordum.
Farkındalığın yarattığı can sıkıcı bakışmamızı bir gülümsemeyle bozdum. "Uyuyacağım," diye fısıldadığımda hızla başını salladı.
"Mutlaka iyi bir şekilde dinlen." Gözlerini kırpıştırarak gülümsedi.
Yürümeye devam etmeden önce onu son bir kez süzdüm. Bu bakış onu çok iyi tanıdığım hakkında bir güvence veriyordu ama aynı zamanda da küçücük bir an için tamamen yabancı olduğu hissine kapılmama neden olmuştu. Sanki biri zihnimin içinde gerçeklere dair bir şeyleri filtreliyordu. Bir an için, emin olduğum bir şeye doğru uzanıyor ve hemen sonrasında kendimi boşluğa düşerken buluyordum. İçimdeki ses çok gecikmeden tamamen kendi iradesiyle harekete geçerek -ki bu çok korkunçtu- duruma bir yorum yaptı.
"Saçmalık."
Islak veya kuru olmam önemli değildi. Sadece uyumak istiyordum, bu yüzden odama doğru ilerleyip hızlıca yorganın altına girdim. Kendimi öylesine yorgun hissediyordum ki, üstümdeki havludan kurtulup giyinecek gücü bir türlü bulamamıştım. Uygun pozisyonu bulamama gerek bile yok, diye düşündüm hızlıca. Her şekilde uyuyabileceğim bitkinlik dolu anlardan birini yaşıyordum. Buna rağmen uykuya direnip bedenimi yan taraf doğru çevirdim.
Tam o sırada göğsümün altında, kaburgalarımda bir fazlalık hissettim. Üstelik ufak bir sızıyı da beraberinde getirmişti. Hızlıca yorganı üzerimden attım.
Bir bandaj kaburgalarımın üstündeki küçük bir alanı kapatıyordu. Islanmış ve biraz kirlenmişti. Ne tür bir yara aldığımı, bu pansumanı ne zaman yaptığımı hatırlamaya çalıştım. Başaramadım. Bu yüzden üstümü giyinip Sosha'nın odasına doğru yürümeye başladım. Aklımda en kötü ihtimallerle sarmalanmış binlerce senaryo dönüyordu.
Kibar denemeyecek kadar hızlı bir şekilde odaya girdiğimde içinde bir şeyler aradığını fark ettiğim çekmeceyi aceleyle kapattı. İç ses zihnimin arka planında olaya tekrar dahil olmuştu. "Şüpheli."
"Bir sorun mu var?" Bunu çekmecesine yaslanırken söylemişti. Onun neden burada benimle birlikte olduğunu düşündüm. "Alessia?"
Kazağımı sıyırıp bandajı gösterdim. "Bu konuda bir bilgin var mı?" Nasıl filizlendiğini bilmediğim şüphelerim yüzünden mesafeli bir ses tonuyla konuşmuştum. Bunu fark ettiğinde yüzünde beliren şaşkınlığı gördüm. Fakat hemen kendini toparladı.
"Evet, evet tabii." Rafında duran kutudan bandaj, pamuk ve antiseptik çıkardıktan sonra yanıma geldi. "Biraz kirlenmiş görünüyor. Eminim bugün ne kadar dikkatsiz bir arkadaş olduğumu düşünüyorsundur." Yüzünde eğreti görünen bir şefkatle gülümsüyordu. Ensemden yukarı bir ürpertinin tırmandığını hissettim.
"Ben hallederim," dedim. Asıl sorduğum şeye cevap vermeyi inatla erteliyordu. "Nasıl oldu bu? Sanırım kafam hâlâ karışık."
"Tabii ki karışık. Çünkü eve gelmeden önce düşmüşsün. Geldiğinde kaburganın kanadığını fark ettik ve sana yardım ettim. Bana kafanı vurduğunu da söylemiştin. Eminim aklındaki sıkıntı bundan kaynaklanıyordur." Bunları söyledikten sonra göz kırptı.
"Aynen öyle oldu," dedi içimdeki ses. Görüntü zihnimde canlandı, ormanda bir sarmaşığa takılıp küçük taşların üzerine düşmüştüm.
Sosha koluma girip beni odasının dışına çıkardı ve elime pansuman malzemelerini tutuşturduktan sonra uzunca yüzüme baktı.
"Dinlenmeni rica ediyorum, Alessia. İyi görünmüyorsun." Son defa gülümseyip kapısını yüzüme kapattı. Büyük ihtimalle şüpheci tavrım canını sıkmıştı. Ancak soru işaretleri peşimi bırakana kadar şüpheci tavrımdan sıyrılamayacağım konusunda emindim.
Buna rağmen söylediğini yaparak odama geçtim. Pansuman malzemelerini bir kenara bırakmıştım, onlar biraz bekleyebilirdi. Zaten her şey başımı yastığa koymamla birlikte son bulacaktı. Rüyalarda kaybolmam için saniyeler yeterdi.
Saatler sonra yatakta doğruldum. Uyandıktan sonraki ilk dakikalarda kendimi daha dinç ve sağduyulu hissetmiştim. Kollarımın dallarla sarmalandığı rüyaya dair küçük parçaları hatırlayana kadar zihnimdeki soru işaretlerinin yerinde yeller esiyordu. Sonrasında turuncu saçlar yine aklımı karıştırmıştı. Yüzümde dolaşan nazik parmaklar, bir elmas gibi parlayan dehşet verici mavi gözler ve her türlü sağlığı tehdit eden o gülüş; insanın zihninde bin bir çeşit kaos ve şüpheye yol açabilirdi. Nihayetinde, bunu gerçekten de yapmıştı.
Bir kitap karakterini anımsıyor olabilir miydim?
Kendime sorduğum bu sorunun cevabı yoktu. Fakat arkasında saklanan gerçeği bulmak bir düğümü çözebilir ve beni omuzlarımdaki yükten kurtarabilirdi. O yüzden, Evet, dedim. Öyle olmalı.
Birkaç dakika sonrasında paketlenmiş kahvaltımla birlikte bisiklet sürüyordum. Evden çıkarken arkamdan seslenen Sosha'nın gittiğim yer hakkındaki sorularını duymuş, yüksek sesle beni merak etmemesini söyleyerek ona cevap vermiştim.
Patika yolda ilerledikçe kendimle tartıştığım soruları bir saniyeliğine durdurdum ve aralarına bir yenisini daha ekledim.
Neden etrafta herhangi bir insan göremiyordum?
"Çünkü burası ıssız bir mülk," dedi içimdeki ses. Aniden konuşmasıyla irkilmiştim. "Lanet olsun. Kes şunu!" Bir an saçmalıyormuş gibi hissederek utandım. Tabii ki beni duyan birilerinin olup olmadığımı kontrol etmeyi de ihmal etmedim.
"Tam bir utanç kaynağısın, Alessia."
Korkunçtu. Bir insanın iç sesi en ufak bir fikrinin dahi olmadığı şeylere cevap vermemeli ve bu kişi onu susturmak için, "Kes şunu!" diye bağırmak zorunda kalmamalıydı. Tekrarlandığı her seferde içimde bir kusma isteği uyanıyordu. Normal insanların iç sesinin sürpriz bilgiler üretmediğinden emindim.
"Tamam," derken ormanın ortasında durdum. "Burası ıssız bir mülk," dedim sesi azarlayarak. Seni arlanmaz ses.
Buraya sürekli yaptığım bir şeyi gerçekleştirmek için gelmiştim. Dallardan toplayacağım kitaplar için sepetimde yer açtım. Elbette kitap ağaçları diye bir şey yoktu, bu gerçekten çok hayalperest bir yaklaşım olurdu. Ormanın bu bölgesinde bazı gizemli insanlar ağaç dallarına ciltsiz el yazımı kitaplar asıyordu. Ben ise onları okuyup ciltledikten sonra kasabada satması için Sosha'ya veriyordum. Kendimi kitapları burada unuttuklarını düşünerek avutuyordum. Ancak hat safhada vitamin eksikliği çeken biri olmadığı sürece, hiç kimse böylesi periyodik ve gizemli bir unutkanlık sergileyemezdi.
Burası ormanın en renkli ve bana göre sihirli bölgesiydi. Bana göre diyordum çünkü Sosha buranın sıradan ve sıkıcı bir yer olduğunu savunduğu için gelmeyi tercih etmez, hatta bu güzelliklere karşı hiçbirini görmüyormuş gibi davranırdı. Biraz huysuz bir insandı.
Sepet attığım her adımda bacağıma sürtünüyordu. Ormanın keskin, neon parlaklığındaki renklerine defalarca baktım. Burası rüyamda yalnızca bir tanıdıklık hissi vermekten öteye gidememişti, şimdiyse tüm ömrümü onu ziyaret ederek geçirdiğimden emindim. Belki de bir rüyaya olması gerekenden fazla anlam yüklüyordum.
Bir anda gözüme bir şey takıldı. Tam karşımdaki ağacı bir yılan gibi saran sarmaşığa asılmıştı. Dal biraz yüksekte olduğu için zıplamaya başladım. Yanlışlıkla yırtmamak için birkaç çikolatamı bile feda edebilirdim.
Böyle olmayacaktı. "Pekâlâ," diyerek ağaca tırmanmaya başladım. Bir cesaretle başladığım tırmanış ilk önce ayakkabımın kayması, ikinci olarak da pelerinimin ayağıma dolanmasıyla sonuçlanmıştı. Sinirle ağaca bir tekme attım.
Tamam. Ona bu kadar çok yüklenmemeliydim.
Ayakkabılarımı ve pelerinimi çıkarıp ağaca tırmanmaya başladım. Yapışkan sarı sarmaşık ellerime, dirseklerime, bedenimin her yerine sıvısını bulaştırıyordu. Belki de yakından o kadar güzel sayılmazdı.
Her şeye rağmen başardım. Dalın üzerinden uzanıp kitabı sarmaşıktan kurtardım. İçimden zafer çığlıkları atıyor, pelerinime ve ayakkabıma doğru sadece yalnızken sergileyeceğim ayıp el hareketleri yapıyordum. Bunu gerçekten kutlayabilirdim.
Bir çatırtı sesiyle irkilerek hemen dala yapıştım. Dengem kaybolmuş ve sağlam duruşum bozulmuştu. Hemen ardından ormanda bir kükreme yükseldi. Küçük bir hayvandan çıkamayacak kadar gür bir sesti.
Sesin geldiği yere doğru bakttığımda buraya tamamen zıt olan simsiyah bir beden gördüm. O kadar parlıyordu ki, kısacık bir an için onun ne olduğuyla ilgilenmeyi bırakıp sadece tüylerini izledim. Hayatımda ilk defa canlı bir puma görüyordum. Neyse ki ağacın üzerindeyim, diye düşündüm. Sonuçta güzel olması beni parçalamayacağı anlamına gelmiyordu.
Ona daha dikkatli bakınca dişlerinin arasında kalın bir şey tuttuğunu fark ettim. Bir kitaptı.
Hayır!
Muhtemelen ağaçların birinden düşen sayfaları kapmıştı. Birkaç saniye sonra kitabın paramparça ve salya içinde olacağından emindim. Ama öyle olmadı. Puma tek hamlede biraz ilerideki ağacın üstüne atladı. Sonra kitabı sarmaşığın üstüne bırakıp ters yöne doğru yürümeye başladı.
Affedersin ama...
NE?
Düşünürken nefesimi tutuyordum. Anlam veremediğim olaylara bir yenisi daha eklenmişti. Buradaki tüm kitapları bir pumanın bırakıyor olma ihtimali var mıydı? Bilmiyordum ancak durumun bir açıklaması olacağından emindim. Eğer bir seçme hakkım varsa, kendiliğinden mantıklı olan açıklamayı istiyordum.
Yere inip eşyalarımı topladım. Puma'nın az önce bıraktğı kitabı da aldıktan sonra yoluma devam edecektim. Oldukça kolay uzanabileceğim bir noktaydı. İki diş izinin süslediği ilk sayfayı istemeden okuyuvermiştim.

FANTOM ETKİSİ doğa dönüyor Where stories live. Discover now