Bölüm 21

39.5K 1K 277
                                    

Kelepçenin metale sürtme sesi çöktüğüm yerdeki varlığımı kanıtlayan tek bulguydu.

Müphem'in asıl ceza ile ilgili söylediklerinde ne kadar yanıldığını sadece saniyeler içinde anlamıştım. Asıl ceza onu bu şekilde görmekti. Bu, damarlarımdan tüm kanı bir anda çekmenin akıl almaz bir yönteminden başka bir şey değildi.

Adım sesleri gittikçe uzaklaşırken vakit kaybettiğimi biliyordum. Bedenime baktım. Ne ayaklarım ne de ellerimin olması gerektiği yerde sadece boşluk vardı, hala saydamken onlara yetişmem ve hatta aralarına girmem her zamankinden kolay olabilirdi. Olmak zorundaydı da. İhanetimin anısıyla ayaklandım. Kelepçeyi çekerek kurtulmaya çalışmanın hiçbir anlamı yoktu. Zira az önce Azrail kanlar içerisinde sürüklenirken bunu defalarca kez deneyim etme şansı bulmuştum. Tek ihtiyacım olan sadece biraz büyüydü. Şanslı biri değildim ama her yersiz anda kapılarını zorlayan gücümün şu anda emaresi okunmuyordu ve bu...bilirsiniz, şansa dair her şeyi açıklıyor. Güzel. Sinir bozukluğuyla bir kıkırtıya kapıldım, üstelik aynı zamanda hazırda bekleyen birkaç damla yaş gözlerimi yakıyordu.

Öyleyse gerekeni yapacaktım.

Görünmez adımlarım yerdeki ince toz tabakasında belli belirsiz izler bırakırken kırık başparmağımı göğsüme bastırarak ilerlemeye devam ettim. Fazla uzaklaşmış olamazdı. Metalik adımlar görüş alanıma girdiğinde beraberinde götürdükleri faytonu da görebilmiştim. Perdelerine kadar kapkara ve büyüktü. Arkasına sabitledikleri kara kutu faytonun süslü tasarımına bakarak fazlasıyla basit duruyordu. Büyük, siyah, tekerlekli. Tıpkı...tıpkı içine tehlikeli canavarların sığabileceği bir yük arabası gibi. Aynen öyle diye gevşedim. Adımlarım hızını kesmeden devam ediyor kırık parmağımın olduğu tüm kolum adeta zonkluyordu.

Durduklarında başları yere eğikken çok ciddi bir husus hakkında konuşuyor gibi görünüyorlardı.
''Bu kralın sofrasına çeşit olur mu?'' diye sordu kafalardan biri.

Diğeri omuzlarını inip kaldırdı. ''Nasıl olsa kendinden önce hizmetlisine yedirecek.'' Bir hizmetliysen ömrün iki öğün arasına sığabiliyordu. Arkadaşı yumruğunu miğferine indirdiğinde hazırlıksız yakalandı. ''Önce biz mi ölelim yani? Aptal!'' Üçü aralarında tartışmayı sürdürürken faytonun arkasına dayanmış kara kutunun kilidini en hızlı şekilde açmanın çeşitli yöntemlerini düşünüyordum. ''Neyse ne, kabine atın. Onu mahzendekilerde deneriz.'' Kaşlarımı çattım. Bahsettikleri kabin sırtımı dayadığım kara kutu olsa iyi olurdu. Hala görünmezken bir şansım olabilirdi.

''Ona elimi bile sürmem, Yüce Kodes! Şuna bir bak hareket ediyor.'' Ne kadar eğilsem de başında durdukları şeyi göremiyordum. ''Sanırım kusacağım,'' diye ekledi.

''Kesin şunu ve derhal içeri gelin. Bu adam uyanırsa o sürüngenden daha fazla canınızı yakar.'' Ses faytonun içinden geliyordu, büyük ihtimalle Müphem'in hemen yanından. ''Pekala, senin hala eldivenlerin var, onu arkaya koy.'' Müphem'in kollarını saran eldivenler...

Bir öğürme sesi daha geldi. ''Sersem, ne kadarda aptalsın.'' Faytona yürürken duygularını dökmeye devam ediyordu. Bu sırada koşarak kabinin kapısına gelen askerden istemsizce saklandım.

Biraz sonra pırıl pırıl bir yılanla birlikte kara kutunun içindeydim. Böyle söyleyince kulağa şairane gelse de ara sıra baldırımı kırbaçlayan ıslak kuyruğu yanaklarımı ısırmaya neden oluyordu. Nefesimi tuttum. Arabanın taşlı yolda çıkardığı seslere odaklanmıştım. Üstelik oldukça sallanıyorduk. Demek oluyor ki hızlıydık... Yolumuz epey uzun olmalıydı.

Kaslarım titriyor, eklemlerim isyan ediyordu. Sanki yorgun değil tükenmiş gibiydim. Bilincimin son anlarında büyümü yokladım. Saatler önce ulaştığı zirvede sadece anısını hissedebiliyordum. Hala oradaydı ama bir o kadar da silinmişti. Tıpkı benim gibi tükenmişti.

FANTOM ETKİSİ doğa dönüyor Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin