Uyku bünyemi, ancak dışarı verdiğim nefesle birlikte bu denli hızlı terk edebilirdi. Kabuslar eşliğinde ve hızlıca. En başta zihnim her seferinde olduğu gibi gözlerimin uyandığım odayı tanımasına izin vermemişti. Eh, bu da çok kısa ama fevkalade bir panik yaşatıyordu. Şakağımdan bir ter damlası süzüldüğünde onu silmeye yeltenmedim. Bunun yerine parmaklarımı birbirine kenetledim. Kabusların zehri hala damarlarımda dolaşıyorken nabzımın bu denli hızlı atıyor oluşunu normal karşılayabilirdim. Yine de o an göğsümün art arda aldığım keskin soluklarla alçalıp yükselmesi veya irileşmiş gözlerimin tavana dalması önüne geçilebilecek durumlar değildi. Uyanmak bu denli yorucu olmamalıydı.
Henüz bir çocukken annem bir defasında rüyalarımızın paralel evrenlerdeki benliklerimize ait yaşantılar olduğunu söylemişti. Bu berbattı. Anneme de tam olarak böyle söylemiştim. ''Neden böyle söylüyorsun, Alessia?'' diye sordu annem. Ona, acilen diğer Alessia'ları kurtarması için bir kahraman bulmamız gerektiğini fısıldadım. Onları her gece görüyordum. Yere çakılırken, parçalanırken, yakılırken ve koca bedenleri küçük çekmecelere sıkıştırılıp ya da bir tablo gibi duvara asılırken. Türlü azaplarla karşı karşıyayken.
O Alessia'ların bir kahramana ihtiyacı vardı. Ya da acısız bir ölüme. Onları hiç kurtarmadım. Ama en merhametsiz olanı, onları öldürmedim de.
Annem ayrıyeten, standart kalitede bir insan için güçlü bir fiziksel altyapıya sahip olduğumu da söylerdi. Ama yine de bu dişi bedeni iki adet otuz altı numara ayak tabanı üzerinde tuttuğum ilk dakikalarda dönen dünyamı durdurmak için elimden hiçbir şey gelmiyordu. Okuduğum pekte Formel bilgiler dayatmayan dergiler buna tanı olarak; dinlenmiş olmanın ilk dakikalardaki bitkinliği ve kansızlık gibi saçma fikirlerde sunuyorlardı.
Odamın kapısını araladığımda önce zifiri karanlığa sızan ışık gözlerimi yaktı. Işığa alıştıktan sonra ise kapı ve duvar arasında ki o minik zinciri fark ettim. Kapıyı çektikçe metalik sesinin çıkamadığım koridorda yankılandığını duyduğum, ince, demir, kısıtlayıcı bir zincir. Beni buraya kilitlemişlerdi.
Öfkemi kapıya yönelttim ve bir kere daha, daha güçlü çektim.
''Çok yükleniyorsun!'' dedi bir erkek sesi. Ürkek sesi bana yabancıydı. Kapı aralığından olabildiğince kim olduğunu görmeye çalıştım. Ellerini iki yanında yumruk yapmış ve belli ki varlığımla gerilemişti. Onu tanımadığımı fark ettim. Esmer teni, kısa saçları ve çekik gözleri ona hemen hemen benim yaşlarımın görüntüsünü veriyordu.
Burnumdan soluyarak ''Yüklendiğimde açılacaksa var olmasının anlamı yok zaten.'' diye tısladım. Sesimle yerinde zıpladı.
Benden korkuyordu. Bu daha önce deneyim etmediğim bir sahneydi. Durumun gerçekliğini sorgulamıyor olsam bundan haz bile duyabilirdim. Kapıma koydukları cılız korkuluğa bir kez daha bakıp titremesini izledim. Bu acizliği dahi öfkemi biraz olsun yatıştırmıyordu.
''S-sadece içeride kalman gerekiyor. En azından benim nöbetim bitene kadar sorun çıkarmaz mısın?''
Özgürlüğümün kısıtlanması karşısında sergilediğim bu paniği 'sorun çıkarmak' olarak algılaması beni hiç şaşırtmadı. Karşılarında aralarından birini yaralamış ve tapındıkları bitkiyi -onlara kalırsa şeytani- gücüme malzeme etmiştim. Onlardan bir eksik ya da bir fazlasını bekleyemezdim. Bana kucak açmalarını bekleyemezdim. Fakat, açıkçası bunu da beklemiyordum.
Korku ve tiksintiyle harmanlanmış ifadesine dikkatle baktım. Belki lazım olduğunda bu ifadeyi kopyalayabilirim diye düşündüm. O ise bu ifadeyi benim kafese kapatılması gereken bir canavar olduğumu düşündüğü için takınmıştı. Ve evet, bu düşüncenin kafalarına yerleşmesine ben sebep olmuştum. Öyleyse şimdi de bunu kullanacaktım. Kısık bakışlarımı siyah gözlerine diktim ve başımı yana yatırdım. ''Beni Müphem'in yanına götür.'' Götür ki hesap sorayım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FANTOM ETKİSİ doğa dönüyor
FantasyYaşamı boyunca hiç kimsenin onu "tehlikeli" olarak nitelendireceğini düşünmezdi. Eh, hayat bazen hoş olmayan sürprizler yapabiliyordu. "Nefes al," dedi kendine. "Çünkü her an biri gelip onu senden alabilir." Ölüme kapadığı gözlerini bir öncekilerd...